menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İman Matematiği: Helal olan 1, haram olan 100’den büyüktür

10 0
26.08.2025

Bizim medeniyetimizin en güçlü tarafı helal hassasiyetidir.

Helal deyince çoğu insanın aklına sadece yediğimiz içtiğimiz gelir; ama helal bundan çok daha fazlasıdır. Helal; kazancımızda dürüstlük, davranışlarımızda samimiyet, bilgilerimizde doğruluk ve ilişkilerimizde adalet demektir yani helal, Allah’a bağlılığın ve topluma karşı sorumluluğun en somut ifadesidir. Helal yaşamak, kişisel bir tercihin çok ötesinde ilahi bir emir ve medeniyetimizin en saf, en temiz mayasıdır. Bu maya, bir lokmanın, bir sözün, bir adımın içine karıştığında hem kişinin kalbini arındırır hem de toplumun vicdanını diriltir. Helal, insanın önce Allah’a karşı kulluk sorumluluğunu, sonra çevresine, ailesine, işine ve bütün toplumsal yapıya karşı dürüstlüğünü inşa eder. Bir medeniyetin yüceliği ve sahihliği; sofralarında dolaşan lokmaların, ticaretinde dönen sermayenin, ilim ve irfan meclislerinde dolaşan bilginin helal olup olmamasından anlaşılır. Helal, hayatın hem zemini hem de ufkudur; onsuz yükselen hiçbir yapı sağlam kalmaz.

Helal lokma insanın bedenini besler, kalbini de arındırır ve fakat haram lokma, görünmez bir perde gibi insanla Rabbi arasına girer. Bu sebeple İslam, sadece soframıza konan yemeğe değil, kazancın kaynağına, bilginin doğruluğuna, davranışın temizliğine özel bir önem verir.

Peygamberimiz buyuruyor:

“Helal bellidir; haram da bellidir. İkisinin arasında bazı şüpheli şeyler vardır. Kim bunlardan sakınırsa dinini ve haysiyetini korumuş olur.”

Helal hassasiyetiyle yaşayan insan, Rabbine bağlılığını pekiştirir; toplumun vicdanında ise güvenin ve dürüstlüğün adı olur.

Bugün dünyanın en büyük sıkıntısı güven krizidir. İnsanlar ne yediklerinden emin ne de duyduklarından… Oysa İslam’ın helal ölçüleri bu krize en köklü cevabı verir. Midemize giren lokmaya gösterdiğimiz titizliği, aklımıza ve kalbimize giren bilgiye de göstermeliyiz; çünkü haram lokma bedeni zehirler, kirli bilgi de aklı ve kalbi.

HELAL HAYATIN HİKMETİ

Helal; hayatı bütün yönleriyle berraklaştıran, insanın kalbine huzur veren ve toplumsal güveni inşa eden ilahi bir ölçüdür. Canı, aklı, malı, dini ve nesli koruyan bu ölçü, İslam’ın temel hedefleriyle (makâsıd-ı şeria) örtüşür; zira şeriatın gayesi, insan hayatının en kıymetli beş esasını muhafaza etmektir.

Helale riayet eden insan hem kendi nefsini hem ailesini hem de içinde yaşadığı yapıyı koruma altına alır. Haramın girdiği yerde bu değerler yara alır; helalin hâkim olduğu yerde ise huzur, bereket ve adalet kök salar. Helal hassasiyeti, hayatı hikmetle kuşatan; insana huzur, topluma güven ve adalet kazandıran bir emniyet kuşağıdır.

HELAL DAİRESİ GENİŞTİR, KEYFE KÂFİ GELİR

İnsan huzur arıyor, mutluluk arıyor… Bunun için harama yönelmeye hiç gerek yoktur; zira helal daire zaten yeterince geniş, insanın ihtiyacını karşılayacak kadar da zengin.

Bir düşünelim… Dünya nimetleri saymakla bitmez. Helal yollarla kazanılan rızık, helal ölçüler içinde yaşanan sevinçler, insana hem huzur hem de bereket getirir. Haram yollar ise dışarıdan cazip görünse de sonunda pişmanlık, sıkıntı ve kayıp getirir.

Helal dairenin genişliğini fark eden insan, hayatında rahat eder. Bilir ki Allah’ın izin verdiği şeyler, insanın fıtratına en uygun olanlardır. Yasaklanan şeyler ise insanın kalbine, bedenine ve topluma zarar verendir.

Helal hassasiyetine riayet eden bir kişi kendi huzurunu bulduğu gibi toplumda güvenin, dayanışmanın ve erdemli bir hayatın oluşmasına da katkı verir; çünkü helal, bereketi çoğaltır; haram ise bereketi kaçırır. Helal bir hayat hem dünyada hem de ahirette selametin anahtarıdır.

Aslında mesele çok açık: “Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.”

HELAL OLAN 1, HARAM OLAN 100’DEN BÜYÜKTÜR

Helal ile haram arasındaki fark, sadece miktarla ölçülmez. Bizim kültürümüzde “iman matematiği” diye ifade edilen farklı bir hesap vardır: Helal olan 1, haram olan 100’den büyüktür. Helal, bereketin ve huzurun kaynağıdır; haram ise dışarıdan çok görünse bile içi boş, bereketsiz ve ağır bir vebaldir.

Bereket; olanın yetmesi, az görünenin çoğalması, küçük bir lokmanın büyük bir doygunluk vermesidir. İnsan bazen az bir gelirle büyük işlerin yürüdüğünü, küçük bir sofranın kalabalıkları doyurduğunu görür ya işte bu, bereketin eseridir. Bereket, nicelikle ölçülmeyen, gözle değil kalple fark edilen, hesaba sığmayan ilahi bir ikramdır.

İman matematiği, dünyadaki klasik hesaplardan çok farklı işler. Mesela zekât, kırkta bir oranında verilir ama aslında verenin malını eksiltmez; aksine çoğaltır, temizler ve bereketlendirir. Kur’an’da bu hakikat şöyle bildirilir: “Allah, malı artırdığı sanılan faize bereket vermez ve onu eksilte eksilte sonunda mahveder. Buna karşılık malı eksilttiği sanılan zekât ve sadakaları bereketlendirir.” (Bakara 276). Asgari bire ondan başlayan, bazen yetmişe, bazen yedi yüz katına kadar çıkan ilahi bir artış söz konusudur. Sadakalar da böyledir; infak edilen mal eksilmez, bereketlenir. İman matematiğinde vermek, aslında çoğaltmaktır; paylaşmak, malı eksiltmez, malı, ömrü ve huzuru artırır. Kur’an’da vermenin, paylaşmanın katlanarak çoğalması –teknik tabirle çarpan etkisi– şöyle tasvir edilir: “Mallarını Allah yolunda harcayanların misali, yedi başak bitiren ve her başakta yüz dâne bulunan bir tek tohumun hâli gibidir. Allah, dilediğine kat kat fazlasını da verir. Çünkü Allah, lütfu pek geniş olan ve her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara 261). Bu ayet-i kerime, bereketin nasıl katlanarak çoğaldığını, infakın Allah katında nasıl sınırsız bir karşılık bulduğunu en güçlü şekilde ifade eder.

Bu gerçeği yaşayan insanların hayatından örnekler de ibret vericidir. Bunun en güzel misallerinden biri merhum Hayati Üstün’dür. Yanında 15 yıl muhasebe müdürü olarak çalışmış bir yakını şöyle anlatır:
“Her gün için fakir öğrenciler ve garibanlar için ayırdığımız bir sadaka miktarı vardı. Ödemelerin çok sıkıştığı zamanlar olurdu. Bu zamanlarda Hayati Bey derdi ki: ‘Arkadaşlar, bugün ödemelerimiz fazla, infakı çoğaltın.’ O gün diğer günlerden iki misli fazla sadaka verirdik. Bu infakın bereketiyle 15 yıl boyunca ödemelerimiz bir gün bile aksamamıştır.”

İşte bu, iman matematiğinin en canlı örneğidir. Dünyevi ölçülerle bakıldığında artırmak gerekirken aslında azaltmak gibi görünen infak, Allah’ın hesabıyla bereketin kaynağına dönüşür. Helal dairesinde verilen sadaka ve zekât hem malı temizler hem de toplumu ayakta tutar. Haram kazanç ise ne kadar çok olursa olsun kalıcı bir değer üretmez; aksine tüketir, ifsat eder. Böyle olduğu halde ne gariptir ki “İnsan yasaklandığı şeye karşı hırslıdır.” Bu yüzden haram, çoğu zaman cazip ve kolay görünen bir yol gibi durur; fakat sonunda pişmanlık ve bereketsizlik getirir. Helal ise sabır ve emek ister, ama sonunda huzur, bereket ve Allah’ın rızasını kazandırır.

HELAL KAZANÇ, MADDİ VE MANEVİ HUZURUN TEMİNATIDIR

Helal kazanç, yalnızca ferdin maddi ihtiyaçlarını karşılamakla kalmaz; ahlaki sorumluluklarını yerine getirmesine de vesile olur. Bu kazanç, dürüstlükle çalışarak alın teriyle elde edilen ve haksız kazanç yollarından uzak duran bir anlayışı ifade eder. Hile, rüşvet, faiz, kumar, şans oyunları, yolsuzluk ve başkalarının hakkını çiğnemek gibi yollar helal kazanç anlayışına tamamen aykırıdır. Helal kazanç, maddi faydanın ötesinde ruhi anlamda da tatmin edicidir ve ferde derin bir huzur kazandırır.

Helal yoldan kazanılan az mal, haram yoldan kazanılan çok maldan daha hayırlıdır; velev ki helal damla damla gelsin, haram ise sel gibi… Hadis-i kudside şöyle buyrulur:
“Bil ki sana helâl katre gibi, bir damlacık gibi gelir; haram ise sel gibi… Kimin kazancı temiz olursa, yaşantısı ve dini de temiz olur.”
Helal az gibi görünse de bereketiyle çoğalır; haram ise dışarıdan bol görünen ve fakat felaket getiren bir sel gibi insanı daha çok harama ve felakete sürükler. Helal, insana hem hayatında hem dininde temiz bir zemin kazandırır; haram ise bereketsizliğiyle kalbi de toplumu da yıpratır.

İŞİN HAKKINI VERMEK VE ALDIĞI ÜCRETİ HELAL ETTİRMEK

Helal kazanç, alın teriyle birleştiğinde berekete dönüşür; emek, helalle buluştuğunda hem çalışanın hem işverenin hem de bütün yapının huzur kaynağı olur.

Helal yalnızca lokmamızda değil, emeğimizdedir de. İnsan, çalıştığı işte hakkını vermediğinde, mesaisini boşa harcadığında ya da emanete riayet etmediğinde aldığı maaşı helal ettiremez; çünkü her ücretin arkasında bir emek ve bir sorumluluk vardır.

İslam, insanın işini ciddiyetle yapmasını, aldığı ücreti hak etmesini emreder. Nitekim Peygamberimiz: “Allah, işini sağlam yapanı sever.” (Taberânî, 8987) buyurarak iş ahlakının helal hassasiyetinin ayrılmaz bir parçası olduğunu hatırlatır. Bir müminin vazifesi, işini en iyi şekilde yapmak, emanete sadık kalmak ve ortaya koyduğu hizmeti samimiyetle üretmektir.

Bir işi savsaklamak, görevini yerine getirmemek, mesaisinde gereken disiplini göstermemek ve vaktini tembellikle geçirmek görünürde alınan maaşı artırsa da hakikatte helalliğini zedeler. İşin hakkını veren insan ise hem vicdan huzurunu bulur hem de helal kazancın bereketini yaşar.

YÖNETİCİLER VE İŞVERENLER İÇİN HELAL SORUMLULUK

Helal hassasiyeti yalnızca çalışanların gözetmesi gereken bir sorumlulukla sınırlı kalmaz, yöneticilerin ve işverenlerin de omuzlarında taşıdığı bir emanettir; zira bir kurumda alın teri döken her insanın emeği, yönetimin adalet terazisine emanettir.

İşveren, çalışanının hakkını zamanında ve eksiksiz vermekle yükümlüdür. Peygamberimiz: “İşçinin ücretini, alın teri kurumadan veriniz.” (İbn Mâce, Rühûn 4) buyurarak bu sorumluluğu açıkça ortaya koymuştur. Çalışanın emeğini sömürmek, ücretini geciktirmek, iş güvenliğini hiçe saymak, sigortasını eksik yatırmak helalin ruhuna aykırıdır. Helal kazanç, işçiler tarafından alınan maaşın yanı sıra işveren tarafından verilen maaşın da helal olmasıyla mümkündür.

Bir yöneticinin en büyük sınavı, emanetindeki insanlara adaletle muamele etmek, haklarını gözetmek ve onların emeğini berekete dönüştürecek bir iş ortamı kurmaktır. Medeniyetimizde adil yönetici, kıyamet günü hiçbir gölgenin bulunmadığı o zorlu günde ilahi koruma altında olacağının bilincindedir. Adil yönetici helali gözettiğinde kurumun bereketi artar, insanlar güven içinde çalışır, işin bereketi topluma yayılır. Zulmün olduğu yerde bereket kaybolur, adaletin ve helalin gözetildiği yerde ise huzur ve güven kök salar.

TİCARETTE HELAL, GÜVENİN TEMELİDİR

Helal, yalnızca sofraya giren lokmayla sınırlı kalmaz; ticarette de güvenin ve ahlakın mihenk taşıdır. Osmanlı çarşılarında esnafın dürüstlüğü titizlikle denetlenirdi. Kalitesiz mal satan, terazide hile yapan ya da müşterisini aldatan kimse önce uyarılır, ardından para cezasına çarptırılırdı. Aynı suçu tekrarlayanın dükkânı kapatılır ve pabucu dama atılırdı. Buradaki dam, çarşıdaki dükkânların ön cephesinde, herkesin görebileceği çıkıntılı kısımdı. Esnafın ayakkabısı buraya asıldığında bütün çarşıya ilan edilmiş olurdu. Bu işaret, hem esnafı toplum nezdinde teşhir eder hem de ticarette güveni zedeleyen her davranışın toplumsal vicdanda karşılıksız kalmayacağını gösterirdi. Böylece helal ölçüler hem kişinin kazancını hem de toplumun vicdanını koruyan bir zırh hâline gelirdi. Peygamber Efendimiz: “Doğru ve güvenilir tüccar, peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.” buyurarak helal ticaretin manevi değerini ortaya koymuştur. Bugün ise ticaretin küresel boyut kazandığı bir çağda helal ölçüleri, güvenilir marka ve kurumların en büyük sermayesidir. Güven, reklamdan daha etkili bir vitrindir; helale dikkat eden esnafın müşterisi hiç eksik olmaz.

Helal ölçülerle yapılan ticaret, alıcı ile satıcı arasındaki ilişkiyi aşar, bütün toplumun huzurunu korur. Helal ticaret, kazancın bereketini artırdığı gibi insanların birbirine duyduğu güveni de pekiştirir. Modern ekonomide en çok konuşulan kavramlardan biri sürdürülebilirliktir; oysa helal ticaret, yüzyıllardır sürdürülebilir ve adil bir ekonomik düzenin en sağlam temeli olmuştur. Hile, faiz ve aldatmadan uzak bir ticaret ortamı hem Müslüman toplumların hem de bütün insanlığın adaletli ve güvenilir bir düzene kavuşmasını sağlar.

HELAL KAZANCIN HARCANMA YÖNÜ VE BOYKOT BİLİNCİ

İslam, kazancın doğru yerlerde kullanılmasını öğütleyerek mal ve mülkün insanın elinde birer emanet olduğunu hatırlatır. Kazancın, ihtiyaç sahiplerine yardım için, toplumun refahının artırılması için harcanması hem dünyevi huzurun hem de uhrevi mükâfatın anahtarıdır.

Helal kazancın bir başka boyutu da onun nereye harcandığıdır. Bir mümin, kazandığı helal parayı zulme, işgale, harama ve haksızlığa destek olan kurumlara yöneltmemekle yükümlüdür. Bu noktada boykot, helal hassasiyetinin günümüzdeki en önemli tezahürlerinden biridir. Kazancın yönü, tüketim tercihleriyle birlikte bir vicdan meselesidir.

Boykot, sadece bir tepki olarak görülmemeli; helal kazancı koruma, haramı ve zulmü desteklememe iradesi olarak yaşanmalıdır. Filistin’de masum kanı dökenleri finanse eden markalardan uzak durmak, faizi ve haksız kazancı besleyen kurumlara para aktarmamak, aile yapısını yozlaştıran içerikler üreten platformlara abone olmamak bu iradenin güncel örneklerindendir. Müslüman, satın aldığı her üründe, ödediği her kuruşta aslında bir tavır ortaya koyar. Harcama tercihleri, sessiz bir imza gibidir: ya zalimin yanında yer alırsın ya da mazlumun safında.

Ne var ki, insan çoğu zaman kendine bahaneler üretir: “Ama o marka daha kaliteli… daha ucuz… daha kullanışlı… daha yaygın…” Oysa bu “daha”ların ardında kaybettiklerimiz vardır. Biz, bir malı alırken sadece para ödemiyoruz; aynı zamanda ahlakımızdan, şerefimizden ve direniş irademizden de veriyoruz. Haramı ve zulmü finanse eden her alışveriş, cebimizden çıkan paradan fazlasını götürür: bereketimizi eksiltir, vicdanımızı zedeler, kardeşlerimize yapılan zulme ortak eder.

Kur’an, bu noktada bizleri şöyle uyarır:
Zalimlere meyletmeyin, onların yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz!” (Hud 113)

Boykot hususunda müminin tavrı, Nemrut’un ateşine karşı Hz. İbrahim’e bir damla su taşıyan karıncanın tavrı gibi olmalıdır. Su damlası ateşi söndürmeye yetmezdi belki ama karınca, tarafını ve safını belli etmişti. Bugün de Müslümanın yapacağı tercih, zulmün ateşine karşı safını göstermektir.

Tarihimizde de bunun örnekleri vardır. Şafii fakihlerinden İzz bin Abdüsselâm, İslam dünyasına saldıran Haçlılara silah ve silah yapımında kullanılacak malzemenin satılmasını haram ilan etmiş, bunu yapanların zalim sayılacağını açıkça belirtmişti. Onun bu fetvası, zulme dolaylı yollarla destek vermenin dahi İslam ahlakında kabul görmediğini ortaya koyuyordu.

Bu fetvayı duyan bir terzi, tereddütle ona şu soruyu yöneltmişti:
“Haçlılar bana elbise diktirmek istiyorlar. Ben onların elbiselerini diksem zulme ortak olur muyum?”

Cevap çok açık ve netti:
Hayır, sen zulme ortak olmakla kalmazsın; bizzat zalim olursun. Çünkü senin işlediğin iş, onların zulmünü kolaylaştırır. Sana iğne iplik satan, zulme dolaylı ortak olur; sen ise zulmün doğrudan parçası haline gelirsin.”

Bu söz, asırlardan bugüne ışık tutan bir ölçüdür. Zulmü kolaylaştıran her iş, yapılan ticaret ya da verilen destek, insanı doğrudan o zulmün parçası yapar. Bugün de aynı hakikat geçerlidir: Zulmün çarkını döndüren herkes ister doğrudan ister dolaylı, vebale ortak olur Allah........

© Haber7