Tasavvuf ya da İslam ahlak ve edebini kuşanmak
Tasavvuftan kasıt İslam’dır yani tasavvuf dendiğinde aslında İslam denmektedir. Bu sebeple büyüklerimiz tasavvufu ayrıca İslam kelimesiyle nitelemeye gerek görmemiş, hatta bu tür bir nitelemeyi (‘İslam tasavvufu’ denmesini) haşiv saymışlardır.
Bu cümleden olarak havf ve reca / korku ve ümit konusunu bir tasavvuf ıstılahı olarak ele aldığımızda Kur’ân’ın ve Peygamber Aleyhisselam’ın ahlakıyla ahlaklanmaktan başka bir şeyi kastetmiyoruz. Ancak söz konusu ahlakın, amelî ve aklî uygulamalarına, zamana ve sosyal şartlara tabi olarak yüklenen yeni manaların, yeni yorumların incelenmesi, işlenmesi ve inceltilmesi söz konusu olduğunda bunu tasavvuf müessesesi ile âlî tarikatlar üzerinden doğru anlamaya ve aktarmaya çalışıyoruz.
Bundan hareketle önceki yazımızda havf ve recanın Hicri 2. asırda önce zühd tefekküründe yer bulduğumu, Hicri 4. asırdan itibaren de tasavvufi hale/mertebeye/makama mahsus bir ıstılahı olarak yerleştiğini söylemiştik.
Hicri 378-481 yılları arasında Serrâc Tûsî, Ebû Tâlib el-Mekkî, Hargûşî, Sülemî, Kuşeyrî, Hucvirî ile Hâce el-Herevî ‘yi tasavvuf tefekkürünü kayda geçirenlerden yani kitaplaştıranlardan en parlak yıldızlar olarak izlediğimizde havf ve reca ıstılahının serüvenini de yakından izlemiş oluruz.
Konumuzu tasavvuf tarihinde boğmamak için, biz bunlardan ilk devir sistemleştirilmesi esasında tasavvufu on mertebede yüz basamakla ifade ederek (Menâzilü’s Sâirîn), Giriş Mertebe’sinde havfı 1., recayı 10. basamağa yerleştiren Hâce Abdullah el-Ensârî el-Herevî’den naklederek sözü........
© Haber Vakti
