menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

‘Aşk Sokakta’ Hayat Gibi…

20 0
17.08.2025

‘Aşk Sokakta’ filmi, hafızasını kaybeden bir modelle sokaklarda yaşayan sıradan bir adamın beklenmedik aşk hikâyesini anlatıyor. Filmde başrolü paylaşan Burcu Kıratlı ve Hasan Denizyaran, aşkın sınıf, zaman veya mekân tanımadığını, gerçek duyguların ve samimiyetin her koşulda var olabileceğini vurguluyor. İkiliyle hem filmdeki karakterlerini hem de kendi hayatlarındaki aşkı ve ilişkileri konuştuk. Film bu hafta vizyona girdi, sinemalarda.

BURCU KIRATLI: “BENCE AŞKIN YERİ, ZAMANI YOK; AŞK HER YERDE.”

Denk gelmek, çarpışmak, sokakta birbirini bulmak sanki sadece romantik filmlerde kaldı; tıpkı sizin filminizde olduğu gibi. Peki, aşk sokakta mı?

Bence aşkın yeri, zamanı yok. Aşk her yerde. Bizim karakterlerimiz için sokakta bulundu. Ama aşk, herkes için her yerde bulunabilecek bir şey.

Nasıl bir proje oldu sizin için ve kabul etme sebepleriniz nelerdi?

Her şeyden önce çok sıcak bir iş. Senaryoyu okuduğumda içim kıpır kıpır oldu. Zaten sinemada bir romantik komedi yapmak çok istiyordum. Çünkü bu tür, benim enerjimle örtüşüyor. Tiyatroda daha önce romantik komedi ve komedi yapmıştım ama televizyonda ya da beyazperdede yapmamıştım. Böyle bir şey istediğim bir dönemde denk geldi. Aşk Sokakta filminin hikâyesini çok beğendim. Oynadığım karakter İdil, kalıplaşmış bir hayat yaşıyor. Bir Best Model; sadece ona yapılması gerekenler söyleniyor, o da uyguluyor ve hayatını böyle sürdürüyor. Bu kalıplaşmış hayat, bir trafik kazası ve hafızasını kaybetmesiyle tamamen değişiyor. Ve o andan itibaren İdil’in kendini bulma hikâyesi başlıyor. Bir kız duruyor, sonra trafik kazasıyla birlikte bambaşka bir hayata uyanıyor. Kendini yeniden keşfediyor, aşkı keşfediyor. O yüzden bu geçiş, kendini bulma hikâyesi çok hoşuma gitti.

“Hafızasını kaybetmeseydi, bu çocukla asla birlikte olmayacaktı.”

Dediğiniz gibi, biz kadınlara yüklenen kalıplar var ve bu şekilde yaşamamız bekleniyor. Sanki her şey dengi dengine olmalı gibi. Bu nedenle aşkı da etiketlendirme hikâyesinin içindeyiz gibi geliyor. Ne dersiniz?

Kesinlikle öyle. Zaten bu kalıpların içinde sıkışıp kaldığımız için bazen gerçek aşk karşımıza çıksa bile bir şey yapamıyoruz. Anlayamıyoruz, göremiyoruz. O yüzden bu filmde kızın da gerçek aşkı bulmasının en büyük sebebi, kendini bilmiyor olması aslında. Kalıplarını bilmiyor, tamamen özgür benliğiyle hareket ediyor. Belki de eğer bu kız hafızasını kaybetmeseydi, bu çocukla asla birlikte olmayacaktı ve bu kadar güzel bir aşkı yaşayamayacaktı. O yüzden bu hikâyenin vermek istediği o ufak mesajı çok seviyorum ben.

“Ben âşık olduğum zaman, bir şey hissedebildiğim zaman tamamen gözüm kararıyor.”

Yaş ilerledikçe duygulara teslim olup aşkı özgürce yaşayamıyoruz. Çünkü mantık ister istemez devreye giriyor ve o noktada aşk tek başına yeterli olmuyor. Denk geldim, âşık oldum ve kim olduğu önemli değil şeklinde ilerleyemiyorsun. Bu denge sizde nasıl?

Bende öyle işlemiyor açıkçası. Yani bu denge bende yok. Ben âşık olduğumda, bir şey hissedebildiğimde – çünkü çok zor hissedebilen biriyim – tamamen gözüm kararıyor.
Ben çok mantıklı bakamıyorum aşka, çünkü zaten aşk mantığı sevmez. Mantığın olduğu yerde aşk yoktur, aşkın olduğu yerde mantık olmaz. O yüzden bir şey hissettiğimde mantığımı pek devreye sokmam.

“Kız hafızayı kaybettiği için bir yandan kendini, neyi sevip sevmediğini keşfediyor.”

Hafızayı yitirmek çok ürpertici ve zor bir şey. Ama bir taraftan da filmdeki hafıza kaybı, aşkı kolaylaştıran ya da aşkı tanımasını sağlayan bir durum, öyle değil mi?

Aslında bu kız, normal şartlarda bu çocukla asla aynı ortamda bile denk gelemeyecek kadar farklı hayatlar yaşıyor. Ama kız hafızasını kaybettiği için bir yandan kendini, neyi sevip sevmediğini keşfediyor. Bu süreçte de adama karşı bir şey hissediyor. “Bir dakika, bu ne?” diyor. Aslında çok karmaşık ve o karmaşanın verdiği tatlı bir komedi var hikâyenin içinde.
Biz gerçek hayatta hafızamızı kaybetsek ne yapardık, orayı bilemem ama bu çok zor. Kız için de çok zor, film bile olsa.

“Yola devam etmek için unutmak evet, ama tamamen silmek değil.”

Filmde geçen bir cümle: “Devam edebilmek için unutmak mı gerekiyor?” Siz öyle mi yaparsınız?

Tabii ki unutmak gerekiyor. Ama ben daha çok yaşadığım her şeyden beslenmeyi ve onu bir yerimde tutmayı seviyorum. Yani tamamen unutmaktansa, acısı dindikten sonra bu acıyı güzel bir fırsata çevirmeyi seviyorum. O duygu da benim cebimde kalıyor. Herhangi bir hikâyede, senaryoda çıkarıp onu oraya koyabiliyorum. Kimisi tamamen yaşanmamış saymak istiyor ama ben daha çok böyle bir yerimde tutmayı seviyorum. Çünkü ben onu yaşadım. Ve o size bir şey kattı. Bir şey yaşattı, demek ki yaşanmaya değer bir şey görmüşüm ki devam etmişim. O yüzden yola devam etmek için unutmak, evet; ama tamamen silmek değil.

“Aslında hayatındaki insanın sen gelişirken sana ne kadar ayak uydurabildiğiyle doğru orantılı evlilik.”

Evlilik hem korkutan bir şey hem de yaşı kaç olursa olsun hepimizin hayalini kurduğu bir kurum.........

© Gazete Pencere