Gassal: Teneşirde bir senaryo
Bir süredir, Gassal dizisini konuşuyoruz. Türkiye’nin dört bir yanından gassallara ücretsiz toplu taşıma, kuyumcuda indirim, yeni açılan gassallık kursları ilanlarına bakılırsa daha da konuşacağız. Bu haberlere mukabil, Gazete Duvar’da, diziyle ilgili yayınlar devam ediyor.
Göksel Aymaz, “Sonuçta... Gassal bizi ters köşeye yatırdı. Ne ölünün soğukluğu var, ne dindar muhafazakârlığın propagandası,” Uğur Ugan “Cenaze evinde atılmış bir kahkaha gibi", Zehra Çelenk “Bir yakınını kaybeden herkes hayatın çiçeklerini fışkırtan toprağın diğer yüzüyle tanışır ve kendi ölümlülük bilgisiyle yüzleşir ya da 'yüzleşmeye başlar'. Günlerdir farklı bakımlardan tartışılan 'Gassal' dizisinin bence en dikkate değer yanı da bunu göstermesi.” değerlendirmelerini yaparak, diziyi kimi eksiklere rağmen olumlu buldular.
Ezgi Sivrikaya ise “Gassal, güçlü bir çıkış noktasına sahip olsa da, eksik senaryo, yüzeysel karakterler ve yapay diyaloglar nedeniyle beklenen etkiyi yaratamayan bir yapım. Ahmet Kural gibi bir şiddet failinin başrolde olması, dizinin yarattığı rahatsızlıkların önemli bir kısmını oluşturuyor.” vurgusuyla diziyi yetersiz buldu. Kemal İnal daha hayati bir soru ile eleştiri tarafına önemli bir katkı sundu “İşin sırrı şu: Ölüler gassal tarafından bol suyla yıkanıp temizlenirken siyasal iktidar kaynaklı ahlaki kirlenme nasıl paklanacak?” Ben bu konuda yazdığım ilk yazıda, meseleyi kültürel hegemonya savaşları üzerinden değerlendirip “Bir operasyon olduğu ve Gassal’ın bu işin tetikçiliğine memur edildiği açık ama ev sahibinin hiç mi suçu yok?” diyerek, dizinin içeriğinden bağımsız, diziye karşı mesafeli olduğumu peşinen beyan etmiştim.
Tüm bu yazıların derdi başka başka ama hepsinin ikincil tartışması, ölümün sekülerliği-muhafazakarlığı, ölümle barışıklığı ya da ölümü bir iktidar dizpozitifi olarak kullanması/kullanmaması meselesi. Bu tartışmayı daha sonra ilk fırsatta yapmak üzere, şimdilik rafa kaldırıyorum.
Zira burada bence tartışmalarda ıskalanan ya da yeterince üzerine gidilmemiş bir senaryonun niteliği meselesi var. Aslında Zehra Çelenk hocam hem akademisyen hem de sanat-sinema emekçisi kimliğiyle bu işi daha iyi yapabilirdi ama o bence ölümcül olan hataları kadı kızının nazar boncukları kabilinden görmeyi tercih etmiş. Dolayısıyla ben bu yazıda, Ezgi Sivrikaya’nın “eksik senaryo, yüzeysel karakterler” dediği yerleri biraz daha tahkim etmeye çalışacağım.
Bu senaryonun en büyük problemi (diziyi beğenenlerin de sıklıkla vurguladığı üzere), dramanın üzerine oturtulacağı kahramanın açmazı “öldüğüm zaman beni kim yıkayacak?” Bu 2025 Türkiye’sinde, bir taşra kasabasında yaşayan bir gassalin açmazı olamaz. Çünkü dizide de gördüğümüz üzere o gasılhane ile koordineli çalışan bir imam var (Türkiye’de o imamlardan 85 bin tane var), imam olmasa zaten yüzlerce yıldır olduğu gibi bu işi bilhassa taşrada gönüllü olarak yapan kadın ve erkekler var.
Burada senaryodaki ikinci büyük problem bizi karşılıyor, gassal ve gasılhane “ölü beden yönetimi” olarak tanımlanan bir alan ve büyük şehirlerde yaşayan insanların hayatındaki bir mesele. Giderek daralan kent mekanında yeni mezarlık açmaktan imtina etmek ve varolanları rant alanlarına dönüştürmek son 20 yılın en önemli kent rantı kaynaklarından birisi, ayrıca ölünün yıkanıp, kefenlenip (mümkünse hemşeri dernekleri aracılığıyla) hayırları-ikramlarıyla birlikte memleketine gönderilmesi büyük bir ahlaki borçlanma yarattığından kentli siyasetin en sevdiği hizmet kapılarından birisi.
Bir de bu tartışmanın tarihsel bir arka planı var, CHP iktidarı 1948 yılında İmam Hatip liselerini açmaya karar verdiğinde “efendim ölülerimizi yıkayacak, gömecek insan kalmadı” iddiasıyla........
© Gazete Duvar
