İran-İsrail savaşı: Yeni perde
Geliyorum diyen geldi. Çok uzun bir süredir devam eden İran-İsrail mücadelesi, doğrudan bir savaş halini aldı. Bu mücadelenin temeli İsrail’in İran’a yönelik doğrudan saldırısı öncesinde vekiller aracılığıyla ya da vekil topraklarda itiş kakış ve vuruşmaydı. Gerçi 7 Ekim sonrasında İran’ın doğrudan İsrail’i, İsrail’in doğrudan İran’ı hedef almasına şahit olmuştuk ancak bu vuruşmalar genel mücadelenin doğası içerisinde birer eskalasyon ve hazırlık adımları gibi duruyordu. Eskalasyon da genellikle bir de-eskalasyon süreci tarafından takip ediliyordu. Mücadelenin sınırlı kalmasının temelde üç sebebi vardı. Öncelikle her iki aktörün caydırıcılığının da kısmen işlediği günlerdi o günler. Buradaki mevzu sadece karşılıklı ulusal caydırıcılığın işlemesi değildi elbette. Tahran ve Tel-Aviv arasında caydırıcılık mevzusunun ve işlerliğinin daima karmaşık bir doğası olduğuna inananlardanım. O günlerde tarafların birbirleri için yaratabilecekleri kayıp ciddi olduğu için birbirlerini bir süre doğrudan hedef almaktan imtina ettiler. Ayrıca İran milisleri sahadaydı, İsrail adına kaybı artıracak olan unsurlardı. Bu nedenle İran’ın stratejik derinliğini bölgede artırma çabasıyla Tel Aviv’in stratejik derinliğini bölgede artırma çabası çakıştığı andan itibaren iki başkent arasında bir yarı vekalet harbi durumu yaşanıyordu.
NE DEĞİŞTİ DE İSRAİL İRAN’I VURDU?
Bu noktada İsrail’in İran’ın nükleer programına karşı İran’ı doğrudan hedef alma planları hep vardı. İsrail’in kendi adına bu önleyici saldırganlığı şaşırtıcı değil. Begin Doktrini 1960’lardan itibaren geçerli ve daha önce İsrail, Irak ve Suriye’deki nükleer programlara karşı bu doktrini işleterek saldırılarda bulundu. Dolayısıyla İsrail’in Lübnan ve 2024 Sonbaharında İran’a yönelik operasyonlarından da anladığımız üzere İran’ın nükleer ve kritik alt yapı tesislerini vurarak İran’ın gücünü sınırlamak, budamak ile ilgili hazırlık çalışmaları mevcuttu. Bu çalışmalar İran için de sır değildi. İran tesislerinde ortaya çıkan gizemli yangınlar, önemli nükleer bilim adamlarına yönelik suikastlar vb. İsrail’in ABD izni ile İran nükleer programını yavaşlatmak için harekete geçtiğini gösteriyordu. İran, başta istihbarat olmak üzere zafiyetlerinin farkında olmakla beraber, önceliğini ileride savunma ve caydırıcılığının unsurlarını (milisler, balistik füzeler ve nükleer programındaki ilerleme) geliştirmeye vermişti. Bu şekilde, İsrail konusunda caydırıcılık çökse dahi ABD’yi İran’ın vurulmaması konusunda ikna etmeyi amaçlıyordu. Aslında bakarsanız, ABD’nin farklı yönetimleri İran’ı vurma opsiyonunu masada tutmakla beraber İsrail’e bu konuda yeşil ışık yakmaktan bugüne kadar imtina etmişlerdi. Dolayısıyla yarı vekalet harbinin koşulları İsrail ve İran arasındaki mücadeleyi doğrudan savaşın sınırında tutmaya devam etmişti. ABD’de de İran stratejisini anlaşarak ya da çevreleyerek sınırlandırma düzleminde tutmuştu.
Üçüncü neden daha çok doğrudan bir savaşın yaratacağı bölgesel komplikasyonlarla ilgiliydi. İran’ın konvansiyonel ve istihbaratı zafiyetini dengelemek için geliştirdiği ileride savunma unsurları İran’a bölgesel bir derinlik ve caydırıcılık sağlıyor. Bugün bu unsurların bir kısmı- başta Hizbullah- budanmış görünüyor, yine de İran’ın enerji, nükleer güvenlik ve balistik füzeleri üzerinden rahatsız edebileceği pek çok aktör var. Kuzey Kore gibi konvansiyonel güç zafiyeti taşıyan ülkeler “intihar stratejilerinin” ne kadar etkili araçlar olabileceğini gösterdiler. Bölgeyi cehenneme çevirmek, İsrail ile olan kapışmayı bölgesel bir savaşa evirerek ABD’yi........
© Gazete Damga
