menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bozguna Uğrayan Sessizlik: Bring Them Down (2024)

7 0
18.04.2025

Bazı filmler vardır; onları izlerken gözümüz değil, belleğimiz görür. Hatıralara, ses verilmeyen duygulara, geçmişin üzerine örtülmüş kalın örtülere dokunur. Bring Them Down (2024), tam da böyle bir film. Chris Andrews’un bu ilk uzun metrajı, yalnızca bir baba-oğul çatışması veya bir intikam hikâyesi değil; bir kimlik mücadelesi, bir miras sorgulaması, bir suçluluk haritası resmediyor. Yüzeye yakın duygularla değil, bastırılmış olanın diliyle konuşuyor. Film, doğa kadar suskun, aile kadar kırılgan bir dünyanın içine çekiyor.

Bring Them Down, İrlanda kırsalında bir dağ çiftliğinde geçen, sessizlikle örülmüş bir suç hikâyesini anlatır gibi görünür ama aslında suçun değil, suçluluğun izini sürer. Michael (Christopher Abbott), geçmişiyle bağ kuramayan, babası Ray’in (Colm Meaney) gölgesinde sıkışmış bir adamdır. Bastırdığı duygularla yaşayan bu içe dönük karakter, çiftlikte yaşanan bir hayvan kaybı vakasının ardından hem çevresindekilerle hem de kendi iç dünyasıyla yüzleşmek zorunda kalır. Olaylar ilerledikçe, görünürde sıradan bir çatışma gibi duran bu mesele, yerini ağır ağır çözülen bir vicdan hikâyesine bırakır. Film, gerilimi karakterlerin içlerinde taşıdığı yükten doğurur ve her adımda sessizliğin ardında biriken kırılganlığı biraz daha açığa çıkarır.

Konuşulmayan travmalar ve gösterilmeyen şefkat, Michael’ın bedenine, göz kapaklarına, yürüyüşüne sinmiştir. Film boyunca kelimeler değil, sessizlikler konuşur. Öyle ki, filmdeki erkekler yalnızca birbirlerine karşı değil, kendilerine karşı da ketumdur. Bu ketumluk, izleyiciye geçer. Michael’ın duygularını açıkça ifade etmediği her sahnede, seyirci kendi içini dinler. Ray’in oğluna bakarken sustuğu anlarda, geçmişin hayaletleri salona girer. Ray, bir baba olarak oğluna yaklaşmak isterken, aynı zamanda toplumsal erkeklik rolüyle çatışır. Michael’ın ve Ray’in gözlerinin ardında birer bilinçaltı travma, gözle görünmeyen şiddetle yoğrulmuş bir gerçeklik vardır. Film, erkekliğin çatışmasını soluyan bu atmosferde, duyguların nasıl bastırıldığını, dışa vurulmadığını ve sonunda bedenlerde, sessizliklerde yankılandığını ortaya koyar.

Ancak Bring Them Down, erkekliğin neye mal olduğunu yargılayan değil, o maliyeti anlamaya çalışan bir film. Film, erkekliğin yalnızca bir üstünlük rejimi değil, aynı zamanda bir kayıp biçimi olduğuna işaret ediyor. Colm Meaney’nin içe kapanık, yorgun bir baba portresi çizdiği Ray’in Michael’dan “güçlü” olmasını istemesi, aslında kendi noksanlığını oğluna bıraktığını destekler niteliktedir. Ray’in yüzüne kazınmış çizgiler, sadece yaşın değil, taşıyamadığı sorumlulukların ve gösteremediği şefkatin izleri gibi durur. Ray’in sessizliği, otoritesinin değil, çaresizliğinin dışavurumu. Meaney’nin o tok sesiyle ve suskun bakışlarıyla anlattığı hikâye, karakterinin içsel çöküşünü ve babadan oğula aktarılan mirası daha da görünür kılıyor. Bu bağlamda film, mirası yalnızca maddi........

© Film Hafızası