menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Özgürlüğün Sınandığı Hikâyeler: Siyasi Mahkûmluk ve Sinema

9 0
07.04.2025

Tarih boyunca birçok otoriter yönetim, muhalif sesleri susturmak için hukuku bir silah olarak kullanmış ve siyasi mahkumluk kavramı ortaya çıkmıştır. İnsan hakları ihlallerinin en ağırlarından biri olan bu uygulama, bireylerin yalnızca fikirleri veya ideolojileri nedeniyle hapse atılmasına sebep olur. Adaletin bağımsız işlemediği, hukukun siyasete boyun eğdiği bu dönemlerde, pek çok insan masumiyetini kanıtlayamadan yıllarca özgürlüğünden mahrum bırakılmıştır. Nelson Mandela’dan Sophie Scholl’a, Bobby Sands’ten Mohamedou Ould Slahi’ye kadar tarihte sayısız örnek bulunmaktadır. Sinema da bu acı dolu gerçeklikten ilham alarak, siyasi mahkûmların yaşadıklarını farklı perspektiflerden gözler önüne sermektedir.

Politikanın hukuka müdahalesi, toplumların vicdanını sınayan bir durumdur. Hukukun üstünlüğü, birey hak ve özgürlüklerini koruma altına almak için vardır ve herhangi bir yönetimin keyfi baskısına aracı olmamalıdır. Ancak dünya tarihine bakıldığında, otoriter rejimlerin, hatta zaman zaman demokratik yönetimlerin bile muhalifleri susturmak adına hukuku araçsallaştırdığı görülmektedir. Bu nedenle siyasi mahkûmluk sadece bireysel bir dram değil, aynı zamanda toplumun adalet anlayışının bir sınavıdır. Sinema, bu adaletsizliklere ışık tutarak, izleyiciyi düşünmeye sevk eden güçlü bir araç olmuştur. İşte fikirlerinden dolayı mahkûm olanları ele alan ve bu konunun farklı yönlerine odaklanan on film.

Papillon (Yön. Franklin J. Schaffner, 1973)

Henri “Papillon” Charrière, işlemediği bir cinayet yüzünden Fransız Guyanası’ndaki korkunç bir hapishaneye gönderilir. Kaçma arzusuyla yanıp tutuşan Papillon, yıllar boyunca türlü eziyetlere maruz kalmasına rağmen umudunu kaybetmez. Zaman ilerledikçe, hapishanenin içindeki acımasız düzeni ve dostlukları keşfeder. Yanında zayıf ama zeki bir mahkûm olan Dega vardır; bu dostluk, insana dair en temel duyguların bile duvarlar ardında filizlenebileceğini gösterir. Ancak kaçış, yalnızca fiziksel bir eylem değil, aynı zamanda insan ruhunun esaretten kurtulma çabasıdır.

Film, siyasi mahkûmları doğrudan merkeze almaktan çok otoriter sistemlerin insanları nasıl kolayca “suçlu” ilân edip onları ölüme terk ettiğini anlatır. Hapishane, yalnızca suçluların değil, sistemin düşman olarak gördüğü herkesin tutsak edildiği bir yerdir. Papillon’un özgürlüğe olan sarsılmaz inancı, devletin kontrol mekanizmalarına karşı bireyin direnme gücünü simgeler. Zamanla, insanlık dışı cezaların yalnızca bedenleri değil, ruhları da nasıl tükettiğini gözler önüne serer.

In the Name of the Father (Yön. Jim Sheridan, 1993)

Genç ve umursamaz bir İrlandalı olan Gerry Conlon, Londra’da işlemediği bir bombalı saldırının faili olarak haksız yere tutuklanır. Babası Giuseppe ile birlikte yıllarca demir parmaklıklar ardında kalırken adaletin çürümüş duvarlarına karşı mücadele etmek zorunda kalır. Gerçeklerin üstü, çıkarlar ve korkularla örtülmüş, hukuk ise bir maske takmıştır. Ancak Gerry, içindeki isyanı ve babasının sessiz direncini kılavuz edinerek adaletin peşine düşer.

Film, devletin, düşman gördüğü bireyleri yok etmek için delillerle nasıl oynayabileceğini, mahkemelerin hukuk yerine siyasetin gölgesinde karar verebileceğini gözler önüne serer. Masumiyetin önemsenmediği, sadece suçlu bulunması gereken kurbanların yaratıldığı bir sistemde, siyasi mahkûmların yaşadığı vicdansızlığı yüreğe işleyen sahnelerle anlatır. Hapishane, burada bir duvarlar topluluğundan çok daha fazlasıdır; gerçeğin zincirlendiği, ama aynı zamanda isyanın büyüdüğü bir yerdir.

Good Night,........

© Film Hafızası