menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ekonomik büyümeyi doğru hesaplayabiliyor muyuz?

18 16
23.10.2025

Son zamanlarda ekonomi yöne­timi ve bazı siyasetçiler, Tür­kiye ekonomisinde son yıllarda yaşanan düşük ama pozitif büyü­me rakamlarına rağmen sadece ki­şi başı gelirdeki artışları referans alarak iktidarın ekonomi yöneti­mindeki “başarılara” dikkati çek­meye çalışmaktadırlar.

Türkiye çok uzun zamandır %3-4 arasındaki düşük büyüme oranlarına hapsolmuş durumda­dır. 2000’li yılların başındaki %7 oranlarına varan, zaman zaman da aşan, büyüme oranlarına ulaşmak Türkiye ekonomisi için çok zor ar­tık. Hatta daha bundan 3-5 yıl önce orta vadeli programlarda yer alan %5’lik potansiyel büyüme oranı bile çok zor telaffuz edilir oldu.

Gerçi biz iktisatçılar açısından büyüme oranlarının ve kişi başı gelirin ulaştığı seviyelerinin tek başına bir önemi yoktur. Zira ge­lir dağılımının son derecede bo­zuk olduğu bir ülkede, kişi başı ge­lir artışı sadece belli bir azınlığın zenginliklerine daha da zengin­lik katması anlamına gelir. Bu tarz ekonomilerde önemli olan mevcut gelirin seviyesindeki artıştan zi­yade, o gelirin “adil” dağıtımıdır. Bu konuya önceki yazılarımda sık­ça değinmiştim. Burada tekrar ay­nı konuyu açmak istemiyorum.

Ancak bu yazıda büyüme ile il­gili en az bunlar kadar önemli bir başka hususa dikkat çekmek iste­rim. Bu da konu edilen büyüme oranlarına hangi iktisadi faaliyet­lerden kaynaklandığıdır.

Bazıları konu ekonomik büyü­me olunca ve mevcut ekonomi yö­netimleri pozitif büyüme oranları elde edince bu büyümenin kayna­ğına yeterince önem vermeyebilir.

Malum “üzümünü ye bağını sor­ma” durumu.

Ama bir iktisatçı açısından, bü­yümenin nasıl sağlandığının da, elde edilen büyümenin sürdü­rülebilirliği bakımından büyük önemi vardır.

Sanırım 2013 yılında yapılan Uludağ Ekonomi Zirvesiydi. Dö­nemin ekonomiden sorumlu ba­kanı Ali Babacan’ın açı­lışta yaptığı konuşmada, ilk kez resmi bir ağız­dan “büyümenin kalite­si” meselesini kamuoyu gündemine getirilmişti.

Ali Babacan’ın büyü­menin kalitesi ile kas­tettiği, o güne kadar el­de edilen büyümeyenin kaynağını inşaat ve diğer hizmet sektörlerin oluş­turmasıydı. Sayın bakan bu tip bir büyüme modelinin sürdürülebi­lirliğinin olmadığına dikkat çek­meye çalışıyordu.

O günlerde dünya mali piyasa­larındaki koşullar değişmeye baş­lamış, böyle bir büyüme için ge­rekli dış kaynakların elde edilebi­lirliği güçleşmeye başlamıştır. Bu yeni koşullarda büyümenin sür­dürülebilirliği, ekonominin kendi mali kaynaklarını kendisinin te­min edeceği sanayiye yönelmekle mümkün olabilirdi.

Büyümenin kalitesine dikkat çekilirken üstü kapalı olarak ifade edilmeye çalışılan, inşaat ve hiz­met gibi sektörlerin döviz tüketen sektörlere dayanan büyüme pra­tikleri kastedilmekteydi.

Bu eleştirileri açıkça kamuo­yunda dillendirdikten sonra hükü­met içindeki ilişkileri bozulan Ali Babacan, kısa bir süre sonra par­tisinden istifa etmek zorunda kal­mıştır. Sayın Bakan gitmiş ama o büyüme modeli kalmıştır.

Gündelik iktisadi tartışmalarda ekonomideki genel fiyat düzeyi ve buna dayanarak hesaplanan enf­lasyon oranı daha çok konu edilse de, bir iktisatçı açısından önem­li olan “göreli fiyat” düzeyinin ne olduğu ve uygulanan ekonomik politikalar neticesinde bunların ne yönde değiştiğidir. Çünkü gö­reli fiyatlar ekonomideki yapısal (konjonktürel değil) değişimlerin ana etmenini oluşturur.

Göreli fiyatların iktisadi olarak önemi, ekonomideki kaynakların sektörler arasında dağılımını be­lirleyip, ekonomiye........

© Dünya