Ekonomik büyümeyi doğru hesaplayabiliyor muyuz?
Son zamanlarda ekonomi yönetimi ve bazı siyasetçiler, Türkiye ekonomisinde son yıllarda yaşanan düşük ama pozitif büyüme rakamlarına rağmen sadece kişi başı gelirdeki artışları referans alarak iktidarın ekonomi yönetimindeki “başarılara” dikkati çekmeye çalışmaktadırlar.
Türkiye çok uzun zamandır %3-4 arasındaki düşük büyüme oranlarına hapsolmuş durumdadır. 2000’li yılların başındaki %7 oranlarına varan, zaman zaman da aşan, büyüme oranlarına ulaşmak Türkiye ekonomisi için çok zor artık. Hatta daha bundan 3-5 yıl önce orta vadeli programlarda yer alan %5’lik potansiyel büyüme oranı bile çok zor telaffuz edilir oldu.
Gerçi biz iktisatçılar açısından büyüme oranlarının ve kişi başı gelirin ulaştığı seviyelerinin tek başına bir önemi yoktur. Zira gelir dağılımının son derecede bozuk olduğu bir ülkede, kişi başı gelir artışı sadece belli bir azınlığın zenginliklerine daha da zenginlik katması anlamına gelir. Bu tarz ekonomilerde önemli olan mevcut gelirin seviyesindeki artıştan ziyade, o gelirin “adil” dağıtımıdır. Bu konuya önceki yazılarımda sıkça değinmiştim. Burada tekrar aynı konuyu açmak istemiyorum.
Ancak bu yazıda büyüme ile ilgili en az bunlar kadar önemli bir başka hususa dikkat çekmek isterim. Bu da konu edilen büyüme oranlarına hangi iktisadi faaliyetlerden kaynaklandığıdır.
Bazıları konu ekonomik büyüme olunca ve mevcut ekonomi yönetimleri pozitif büyüme oranları elde edince bu büyümenin kaynağına yeterince önem vermeyebilir.
Malum “üzümünü ye bağını sorma” durumu.
Ama bir iktisatçı açısından, büyümenin nasıl sağlandığının da, elde edilen büyümenin sürdürülebilirliği bakımından büyük önemi vardır.
Sanırım 2013 yılında yapılan Uludağ Ekonomi Zirvesiydi. Dönemin ekonomiden sorumlu bakanı Ali Babacan’ın açılışta yaptığı konuşmada, ilk kez resmi bir ağızdan “büyümenin kalitesi” meselesini kamuoyu gündemine getirilmişti.
Ali Babacan’ın büyümenin kalitesi ile kastettiği, o güne kadar elde edilen büyümeyenin kaynağını inşaat ve diğer hizmet sektörlerin oluşturmasıydı. Sayın bakan bu tip bir büyüme modelinin sürdürülebilirliğinin olmadığına dikkat çekmeye çalışıyordu.
O günlerde dünya mali piyasalarındaki koşullar değişmeye başlamış, böyle bir büyüme için gerekli dış kaynakların elde edilebilirliği güçleşmeye başlamıştır. Bu yeni koşullarda büyümenin sürdürülebilirliği, ekonominin kendi mali kaynaklarını kendisinin temin edeceği sanayiye yönelmekle mümkün olabilirdi.
Büyümenin kalitesine dikkat çekilirken üstü kapalı olarak ifade edilmeye çalışılan, inşaat ve hizmet gibi sektörlerin döviz tüketen sektörlere dayanan büyüme pratikleri kastedilmekteydi.
Bu eleştirileri açıkça kamuoyunda dillendirdikten sonra hükümet içindeki ilişkileri bozulan Ali Babacan, kısa bir süre sonra partisinden istifa etmek zorunda kalmıştır. Sayın Bakan gitmiş ama o büyüme modeli kalmıştır.
Gündelik iktisadi tartışmalarda ekonomideki genel fiyat düzeyi ve buna dayanarak hesaplanan enflasyon oranı daha çok konu edilse de, bir iktisatçı açısından önemli olan “göreli fiyat” düzeyinin ne olduğu ve uygulanan ekonomik politikalar neticesinde bunların ne yönde değiştiğidir. Çünkü göreli fiyatlar ekonomideki yapısal (konjonktürel değil) değişimlerin ana etmenini oluşturur.
Göreli fiyatların iktisadi olarak önemi, ekonomideki kaynakların sektörler arasında dağılımını belirleyip, ekonomiye........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d