menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Latin Köprüsü

9 3
29.04.2025

Tarihçi değilim, fâkat bir insanın tarih okumak ve yazmak için her türlü nedeni olabileceğini düşünürüm. Evvelâ, merak. Kimi tarihî hâdiselerin cereyân ettiği mahâllerdeki ipuçlarını tâkip etmek, o yerlerde yürümek, olayları zihninde canlandırmak. Belki bir tür kaçış. Her kuşağın yaş aldığının ve "eski dâimâ yeniye yenilir" sözünün ispâtı olan “nerede o güzel zamanlar” nostaljisi. O klasik “geçmişten ders alma” diskuru ve bugünün nasıl oluştuğunu idrâk etme gayreti. Kimileri için geleneği muhâfaza.

Bu satırlarda saydığım nedenlerin en mühimi olan merak duygusunu da yanıma alıp geçmişin ızdıraplarını, tecrübelerini, mutluluklarını, mücâdele ve mağlûbiyetlerini bir az olsun hissetmek ve 90'lı yılların ortalarında bir çocuk iken salonun ortasındaki halıya boylu boyunca uzanıp, âdetâ ritüelmişçesine hatmettiğim 1950'lilerin dedelerden yâdigâr tarih mecmûâlarındaki meşhûr bir hâdiseyi keşfetmek için Balkanların latîf şehirlerinden Sarajevo’da (Saraybosna) hoş bir akşam yürüyüşüne çıktım.

Şehrin ışıltılı binâlarıyla mârûf modern kısmının muhâfızlığını üstlenen Hırvat kilisesini geçip, bir tepeye doğru uzanan alabildiğince geniş bir park alanına vardım. Gençlerin ‘kaykay’ sürdüğü, yer yer grafitili duvarlarla çevrili olan bu yemyeşil mesîrenin her köşesinden tarih fışkırıyordu. Gruplar hâlinde varlığını koruyan kavuklu Osmanlı kabirlerinin, bölgede sarsıcı izler bırakmış 1992-1995 felâketinden kalma yeni mermer mezarların, Sarajevo tarihine damga vurmuş mühim şahsiyetlere âit heykellerin ve vecîzelerinin yazılı olduğu taş plakaların arasından yürüyüp, insana, sanki Peşte'nin Andrassy Bulvarı'na karakter katan bitişik bloklar hâlinde inşâ edilmiş apartman binâlarını anımsatan şehrin orta kısmına ulaştım.

İlk andan itibâren her bir apartmanı birer müze ve sanat galerisi mâhiyetindeki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun esintilerini hissettiğim butik mekânlara ev sâhipliği yapan bu muhît, bir zaman tüneli gibiydi. Yunan rejisör Theo Angelopoulo'nun “O Thíasos” (Kumpanya) filminin bir sahnesinde olduğu gibi sanki cadde başında duraksadığım zaman, bir anlığına başka bir zaman dilimine geçecek, köşeyi dönüp, usulcacık önümden ilerleyen 1912 model üstü açık bir Bugatti'den tarihî Kino Apollo Sinema Salonu'nun açılışını yapacak olan Albert Metz inecek ve gururlu kalabalığı fötr şapkasıyla selamlayacak ve bu ufak zaman yolculuğundan sonra her şey günümüze dönecekti.

İkinci Dünyâ Harbi'ne istinâden mermer kâidelerin tam kalbine yerleştirilmiş olan "her şey yansa da biz buradayız", mesajıyla “ebedî ateş” karşıladı kaldırımları çiğneyen kent sâkinlerini ve tabii benim gibi seferîleri...

Âheste âheste ilerleyerek tipik bir Osmanlı kasabası niteliğindeki bölgeye yöneldim. Bir adımda Hırvat Katolik, Sırp Ortodoks ve Protestan kiliselerinin, tarihî sinagogun, câmii, hamam, İslam şehirlerinde yaygın olan çarşı yapısı ve dünyâda belki ilk kez Hicrî takvime göre tanzîm edilmiş olan sâat kulesinin kesiştiği noktaya geçtiğimde nereye yaklaştığımı idrâk ettim. O tarihî yer, yalnızca bir sokak aşağıdaydı. Oraya doğru ilerledim ve Miyatska Irmağı'nın kıyısına ulaştığımda dört kemerli taş Latin köprüsü tüm güzelliği ile çıktı........

© Dikgazete.com