menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sahte diploma ve çalınan rüyası ömrümüzün

28 15
10.08.2025

Samimiyet çok övülüyorsa samimiyetsizlik virüs gibi yayılmıştır. Hakikat ve ‘hakiki’ olanla hayatın arası çok açıldığında sürekli bunlardan bahsederken buluruz kendimizi. En eksik, en sorunlu olan neyse çeneye ve dile en çok o vurur, bilirsiniz.

Sadece insanlardan, duygulardan veya dekorasyondan değil, filmlerden, kitaplardan hatta yemeklerden bahsedilirken bile samimiyetten dem vurulur olmuştu bir aralar: “Çok sıcak, çok samimi bir börek!”

Bir filmin ya da bir sözün samimi olmasının iyi olmasına yetmeyeceğini, insan için bile samimiyetin tek başına bir iyilik ölçüsü olmadığını anlatmaya çalışırken buluyordum kendimi sık sık. Örneğin iyi kurulmuş bir olay örgüsü, sağlam çalışılmış karakterleri, bir meselesi ve tercihen ‘sinema duygusu‘ olmayan bir film, dört aylık kedi yavrusu kadar sevimli ve samimi olabilir. Bazı sahneleri gülümsetebilir ya da göz doldurabilir. Bu onu iyi bir film yapmaz. Bize bir hikâye anlatan, bizi kendi evrenine ikna etmeye çalışan her şey samimiyetten çok daha fazlasına sahip olmak durumundadır.

Kötü de kötülüğünde oldukça samimidir hatta çoğu kötü kendini düpedüz iyi zanneder. Samimiyet çoğunlukla samimi bile değildir ayrıca.

Son yıllarımızın en popüler karakterleri narsisistik manipülatörler. Herkes herkesi narsist ve manipülatör olmakla suçluyor. En manipülatör olan en iyi ve en başarılı biçimde suçluyor doğal olarak. Manipülatörler, amaçlarına ulaşana kadar sizi sevgi ve yakınlıklarıyla sarıp sarmalar. Gerçekten sevecen ve gerçekten yakındırlar. Karşılığında kalbinizin ve zihninizin dip köşelerine birer stand kurma amacıyla size gerçek travmalarından ve geçmişlerinden de bahsedebilirler. Ne de olsa konu her zaman kendileridir.

Toplumca samimiyete gerçekte göründüğü kadar değer verip vermediğimizi hep düşünmüşümdür. Buna kafa yormama neden olan şeylerden biri de mesleğimin senaristlik olması. Çocukluğumuzun o bağra basılıp çok sevilen sıcak mahalle dizileri nasıl da yapyakın tarihe gömüldü. İzleyici artık ‘yaz dizisi’ bile istemiyor. Bunların çeşitli sebepleri var. Hiçbir şey naif değilken, gündelik hayat pek çok bakımdan kafamıza inen künt cisim halini almışken toz pembe anlatıların izleyicide pek bir karşılık bulamaması anlaşılır. Yine de hayatla başa çıkmanın biçimlerinden biri olarak hayattan daha çamur olanı aramak, ucuz entrika, aldatma ve kandırmanın en çok yeğlenen temalar olması, bazen şaşırtıcı gelebiliyor. Herkes hayattan ve hatta çevresindekilerden hep kötülük bekliyor gibi. Bunun abartılı kurmaca versiyonlarını izlemek bir tür rahatlama sağlıyor olmalı.

Eyyam-ı bahur mudur nedir, nemi buharı batasıca, geçmek bilmeyen yaz sıcakları nedeniyle gündüz kapalı mekânda klimasız yerde nefes almak bile imkânsız bu aralar. Sevgili Tuğrul Eryılmaz, okuduğum son yazısında, bu sıcaklarda denize girerken şorta/mayoya bir çivi takma önleminden bahsetmiş. Bu sayede bu sıcaklara özel güneş lekelerinden kaçınmak mümkünmüş. Şaşırarak baktım, Google’da da çivili kolye takmak gibi şeyler öneriliyor. Mutlaka gözlemlere dayanan bilimsel bir yanı vardır. Çivi sıcağın da çivisini söküyormuş anlaşılan!

Sahte diploma skandalından bahsedecektim, konu nerelerden açıldı. Hep kedim Aliş yüzünden. Mutfaktaki masayı oturma odasındaki klimanın karşısına taşıdık. Kediler taşınmayı da eşyaların yerinin değişmesini de hiç sevmez. Bir masanın yeri değişti diye tripten tribe girdi, bütün evi baştan........

© Diken