Adaletin susturulduğu yerde travma konuşur
Bir ülke düşünün; adaletin tabelası var ama kendisi yok. Mahkemeler açık ama kararlar çoktan kapalı kapılar ardında verilmiş. İnsanlar sabah uyanır uyanmaz sosyal medya üzerinden endişelerini kontrol ediyor. Gündem o kadar hızlı değişiyor ki, dünkü haksızlık bugünkü unutuşa kurban gidiyor. Hafıza yorgun, vicdan suskun ya da suskunluğa mahkum.
Bir ülke düşünün; hukuk güçlünün kalkanı, güçsüzün tuzağı haline gelmiş. Sokakta yürüyen herkesin içinde ‘ya başıma bir şey gelirse‘ korkusu var. O yüzden kimse sesini yükseltmiyor. Herkes her şeyi görüyor ama görmemiş gibi yapıyor. Konuşmak cesaretten öte bir risk. Sessizlik bir tercih değil, hayatta kalma stratejisi.
“İnsan, adaletle var olur” der Aristoteles. Adaletin olmadığı yerde, sadece kurumlar değil, insanların ruhu da çöker. Ve bir noktadan sonra, bu sadece bir yönetim sorunu olmaktan çıkar. Bu, bir toplumun ruh sağlığının çöküşüne dönüşür; çünkü adaletsizliğe maruz kalmak ya da adaletsizliği eli kolu bağlı izliyor olmak travmatik bir deneyimdir.
Travma -özetle- bireyin fiziksel ya da psikolojik bütünlüğünü tehdit eden bir olay karşısında yaşadığı sarsıntıdır. Ancak bu sarsıntı, yalnızca olayın kendisinden değil, bireyin olay üzerindeki kontrolünü yitirmesinden doğar. Psikiyatrist Judith Herman travmayı, ‘kişinin çaresiz kaldığı, anlam dünyasının parçalandığı bir deneyim’ olarak tanımlar.
Travma yalnızca savaş, şiddet ya da doğal afetle gelmez. Bazen bir toplumda adaletin çöktüğü, kuralların keyfîleştiği, hukukun siyasetin uzantısı hâline geldiği bir ortam da benzer ölçüde sarsıcı olabilir. Çünkü insanın ruhu, adalet kadar narindir. Ve adalet sarsıldığında zihinler de çöker.
Toplumsal travma, belirli bir kesimin değil, toplumun büyük çoğunluğunun ortak bir tehdit ve kayıp hissi yaşamasıdır. Bu bir felaket, darbe, sistematik adaletsizlik ya da uzun süreli kaotik bir ortam olabilir. Kai Erikson, travmanın bireysel değil toplumsal düzeyde de gerçekleşebileceğini vurgulamış ve buna ‘kollektif travma’ adını vermiştir.
Toplumsal travmalar, sadece geçmişte yaşanmaz. Uzun süreli baskı, öngörülemezlik ve güvensizlik ortamı, travmanın kendisini gündelik hayatın içine sızmış bir sis bulutu gibi yerleştirir. Travma artık bir olay değil, bir iklim olur.
Psikolog Bronfenbrenner’in Ekolojik Sistem Kuramı’na göre birey, içinde yaşadığı toplumsal ve politik sistemlerden doğrudan etkilenir. Eğer dış çevre belirsizlik, korku ve kaos içindeyse, bireyin içsel kaynakları da zayıflar. Ayrıca, toplumsal travmalar, bireysel travmaların yeniden alevlenmesine sebep olur. Kişi, çocukluğundan taşıdığı kırılganlıklarla baş etmeye çalışırken, sistemin adaletsizliği bu yaralara tuz basar. İhmalkar ya da karmaşık mesajlar veren bir ebeveynin bir çocuğa kendini değersiz, yetersiz hissettirmesi gibi sistem de vatandaşına kendini değersiz, yetersiz hissettirebilir. Böyle bir sistemin içinde vatandaş güven duygusunu kaybeder ve kendini her an tehdit altında hisseder.
Örneğin liyakatsizlik........
© Diken
