Gazetecilik uğruna sevişmek
Sanat için soyunmayı anladık da gazetecilik için soyunmak, dahası, gazetecilik uğruna sevişmek?
Adnan Veli (1916 – 1972) işte bunu yapmış! 1957’de İstanbul’un ‘fuhuş’ alemini anlatan bir röportajlar dizisi yayınlamış Vatan gazetesinde: Batakhane İnsanları. Bu gazete tefrikası, Turgut Çeviker’in kültür madenciliği işlerinden biri olarak 2018’de İstanbul Batakhaneleri adıyla kitap olarak yayınlandı (Ve Yayınevi).
Adnan Veli bu alemin en ‘düşük’ünden en ‘lüks’üne bütün duraklarını ziyaret ediyor. İlk durağı Beyoğlu’ndaki içkili lokantalardan biri. Ama oraya gitmeden kılık kıyfetini biraz değiştiriyor, aynanın karşısına geçtiğinde kendine katıla katıla gülüyor. Şu güzel uzun cümleyle kurduğu oyunu okurlarına anlatıyor:
“Anadolu’dan kalkıp para yemek için İstanbul’a gelen, Sirkeci’de bir otele inen, akşamüstü İstiklal Caddesi’ne çıkıp salına salına piyasa eden, sonra da, gecesini kadınlı bir cümbüş içinde geçirmeye niyetlenen, bunun için de, gelip içkili lokantalardan birinde zengince bir masa kurarak siyah kasketiyle bu masanın başına kurulan, İsparta vilayetinin Keçiborlu kazasından Davut oğlu Abdürrahim oluvermiştim.” (s. 85)
Bu lokantada garson aracılığıyla bir muhabbet tellalı buluyor, o da bir köşe başında Adnan Veli’ye bir kadın gösteriyor, ama yazarımız bu kadını beğenmeyince başka bir kadın ayarlanıyor: Despina.
“… belki de aslında güzeldi” diye anlatıyor Adnan Veli, “Yalnız, bu tip kadınları manevi dünyalarından sıyırıp, sırf bir cisim olarak görmek kabil değil. Bir kirlilik, bir gölge, onların maddesine eklenmiş bir başka şey önünüze çıkıyor ve siz karşınıza getirilen bu çeşit bir kadını, etinden bir türlü ayrılamayan o zillet buğusu içinde seyretmeye mahkum oluyorsunuz.” (s. 93)
Peki, o zaman niçin böyle bir işe soyunmuş Adnan Veli? Şundan:
“Yaptığım işin, ayıpların en lüzumlusu, en faydalısı olduğuna inanmasam, bir tiyatro soytarısından farksız bulduğum o suratı görür görmez, orada bir dakika bile durmaya gücüm yetmezdi. Benim bu hissim, belki bir kimyagerin tükürükten iğrenmesi kadar saçmadır. Bu cemiyetin bir yarası üstüne eğilirken içimde kabaran bütün yürek bulantılarını yenmenin bir vazife olduğuna kendimi inandırmak, böylece duyuşlarımın arasına birtakım beşeri faktörler katmak hevesindeydim.” (s. 92)
Beşeri faktörler katmak hevesinde ama bir yere kadar! Bir sayfa sonra Despina’yla ilgili şunları söylüyor:
“Şimdi onun ardında kalan hayatı deşecek olsam, kendimi, orospuluğun metafizik savunmasına kalkışmış bir cemiyet havarisi gibi görebilirim. Ama benim derdim bu değil. (…) Zaten böyle bir işe niyetlensem, yufka yürekli olduğum için, bu kadına karşı şu saniyede duyduğum tiksinme hissinden belki de kolayca kurtulabilirim.” (s. 93-94)
Adnan Veli ‘cemiyetin yarasına eğilme’ gayretinin hedefini de çeşitli yerlerde birkaç kere açıklıyor, ilkini alalım:
“… kendimi bir fazilet meleği farzetmeği asla düşünmüyorum. Ama kaburgalarımın içinden gelen, yumruklar halinde duyduğum o tiksinme hissini, bu yatağa [düşmeye] namzet başka insanları uyarmanın bana kazandıracağı gerçek hazzı düşündüğüm zaman, az çok yenmeye muvaffak oluyorum.” (s. 100)
Anlayacağınız, başka erkekler bu kötü yola düşmesin diye kendini feda ediyor Adnan Veli. Bu yüzden de bir kimyagerin tükürükten iğrenmesi ne kadar saçmaysa, onun da iğrenç bulduğu ‘fuhuş’tan iğrenmesi o kadar saçma oluyor. Gelgelelim, kimyager o tükürüğü içmediği, içmeye niyetlenmediği için iğrenç bulmuyor, ama Adnan Veli okuruna ‘sakın ha’ dediği şeyleri kendi iştahla yapıyor. Bir evin camları kağıtlarla kaplanmış, kapının altından hela kokusu yayılan bir odasında, yastığı ve çarşafı kir bağlamış yatağa giriyorlar Despina’yla. Despina’nın ‘iğrençliği‘, o ‘iğrenç’ işi yaptığı odanın ‘iğrençliği‘ sonraki maceralar için Adnan Veli’nin iştahını kaçırmıyor.
Aslında bunu işin başında itiraf ediyor yazarımız -belki farkında değil. Daha köşebaşında yeni tanışıyorlarken Despina Adnan’ın elini alıyor, koynuna sokup karnında gezdiriyor. Anlaşmaya varacak bir iki konuşmanın ardından şöyle yazıyor Adnan Veli:
“Elimi, kadının karnından çektim. Ve anladım ki, ben bir kadının fahişe olmasına kızmıyorum. O fahişeliği, katlanılmaz adilikler sayesinde devam ettirmesine kızıyorum. Hem de bu hissimin ne kadar mutlak olduğunu, Hayriye’den sonra tanıdığım, fuhuşunda bile bir manada asalet bulduğum birçok fahişeler bana gösterdiler.” (s. 94)
Adnan Veli, ilişki kurduğu seks işçilerinin hayatlarını deşmiyor, çünkü ‘iğrenç’ bir alemin insanlarını, ilişkilerini anlatmayı hedefliyor. Hayatını anlatmaya yeltenenleri de derhal susturuyor.
Seviştikten sonra Despina’yla yataktalar:
“Bir ara sırtını bana dönüp çıplak kolunu örtünün dışına çıkardı. Tozlu perdenin saçaklarıyla oynamaya başladı:
‘İlk defa, Koço adında birini sevmiştim’ dedi. ‘Yaşım küçüktü o zaman.’
‘Dur!’ dedim.
Anlatacaklarını aşağı yukarı kestirebiliyordum. Koço da onu sevmiştir, Evleneceklerdir. Ama delikanlı ahlaksız çıkar. Kızı iğfal eder. Ondan sonra da bırakıp gider. …” (s. 104)
Röportajda en yanlış, en tehlikeli şeylerden biri insanları anlamak, dinlemek, konuşturmak yerine onlarla ilgili kendi tahminlerinizi, yakıştırmalarınızı, analizlerinizi döktürmektir, Adnan Veli sürekli bunu yapıyor. Mesela:
[Despina’nın kaburgalarının altında bir yara izi vardır, kıskanç bir Arap Osman bıçaklamıştır, Adnan öper orayı ve] “… bir kan şeridi, Despina’nın belki de on altı yaşında başlayıp şu güne kadar sürüp gelen orospuluk hayatının fotoğrafları halinde, gözlerimin önünde şekillendi. Her birinde, çıplak vücudunun yanı sıra değişik bir erkek suratı da beliren, her birinde iğreti, aldatıcı gülüşlerle kendi hayatının dramını anlatan bir yığın sisli, gölgeli, buğulu resimdi bunlar…” (s. 101)
Adnan Veli bu alemin bütün kadınlarının aynı şeyleri anlatacağını söylüyor. Belki de çok dinlemiştir, biliyordur, ama işte bize ‘Benim yargımla yetinin’ demiş oluyor. Hangi hikaye kalıplarının ne kadar yaygın olduğunu, bunlara neden ihtiyaç duyulduğunu anlamak, göstermek de iyi bir gazetecilik işi olurdu, ama işte yine insanları dinlemek, konuşturmak gerekir bunun için de. (İlerdeki bölümlerden birinde Lale bunu kanıtlayacak, Adnan Veli’nin bu önyargısını tamamen boşa düşürecek.)
Biz Adnan Veli’yi konuşturalım yine:
“Ben Despina’dan, kendi düşüşünün hikayesini dinleyecek olsam da onun hakkındaki düşüncelerimin değişmeyeceğini biliyordum. Ona, içinde bulunduğu hayatın hoş bir şey olmadığını kabul ettirip, kendisini günün birinde fazilet tanrıçası haline koymayı da aklımdan geçirmiyordum. Benim tek düşüncem, benden sonrakilere, yürüdüğüm yolun çukurlarla dolu olduğunu hatırlatmaktı.” (s. 105)
Adnan Veli’nin pek çok önyargısı var, kitap bu önyargılarla bezeli. Bize iğrençliğini göstermek için içine daldığı alemin kadınlarının asıl şahsiyetleri ‘fahişelik’tir........
© Diken
