Hayatı kendine göre yoğurmak
Hayatım boyunca eli iş tutan insanlardan “Tutkularınızın peşinden koşun” cümlesini duymuşumdur; hatta gençlerle sohbet ederken ben bile kullanmışımdır bu cümleyi.
MSA’nın kurumsal söylemini ise 20 küsur senedir “Hayallerinizin peşinden koşun” düşüncesi etrafında şekillendirdik.
Yanlış mıydı?
Hiç sanmıyorum.
Biri bana sorsa hayatımı ve hayat anlayışımı yine benzer bir bakış açısıyla özetlerdim sanırım.
Arkadaşlarıma, çocuklarıma ya da sohbet imkanı bulduğum gençlere, her fırsatta; “Hayallerinizin peşinden gidin, başkalarının ne dediğine bakmayın; önemli olan kendi hayatınız için ne istediğiniz, lütfen unutmayın, başkalarının düşledikleri hayatı yaşamak zorunda değilsiniz” diye nasihat ettim, hâlâ da ediyorum.
Ama son zamanlarda, özellikle de MSA’da yaptığımız mesleki eğitim çalışmaları derinleştikçe bu bakış açımda bazı değişimler fark etmeye başladım.
Bu konuyu bir başarı iksiri ya da kazanmanın bir reçetesi gibi sunmayacağım size, korkmayın; sadece içimde beliren yeni bir aydınlanmayı sizinle de paylaşmak istiyorum, o kadar.
Şimdi…
Yaşım ilerlediğinde, kendi kendime “Mutlu bir hayatım oldu” diyebilmek için nelerin önemli olduğunu düşündüğümde (hayatın diğer temel unsurlarına hiç girmeden) aklıma ilk gelenler şunlar:
– Sevdiğim konularla uğraşarak dolu dolu bir hayat yaşamış olmak.
– Sevmediğim işlere ya da insanlara “Hayır, teşekkür ederim” diyebilmiş olmak.
– Ve hayat standardımı genel olarak önceden yaşadığım bir çizginin altına düşürmemiş olmak.
Bence ‘mutlu yaşamak‘ isteyen herkes, hayatı boyunca hep, kendisine zul gelmeyen işlerle uğraşmalı, gerçekten keyif aldığı insanlarla vakit geçirmeli ve bunların yanına birkaç da hobi ve sporu mutlaka ama mutlaka eklemeli.
Bunlar makul bir insana mutlu bir hayat yaşatır.
Çıkışlar ve inişler, sevinçler ve üzüntüler elbette olacaktır ama, bunlar da zaten nefes alıp verdiğimizin net işaretleri değiller mi hayatta?
Ama benim derdim, az önce dediğim gibi, mutluluğun reçetesini bulmak ya da yazmak değil.
Kurcaladığım konu, girizgâhta da değindiğim o meşhur soru:
– Tutkularımızın mı peşinden koşmalıyız, hayallerimizin mi?
– Kimin ve neyin peşinden koşuyoruz?
– Hatta ille bir şeyin peşinden koşmak zorunda mıyız?
Bence şart değil… gerekli midir, tartışılır.
İnsan (özellikle hayata yeni hazırlanan gençler) bence kendilerine mutlaka şu soruyu sormalı:
“Ben neyi gerçekten iyi yapıyorum ve neyi yaparken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum?”
Çünkü işin başlangıç noktası o büyük, şaşalı ve abartılı sözler hiç değil; yatkınlık. İnsanın doğal yönelimi yani…
Bir işi yaparken akması, rahat etmesi, içinden ‘İşte bu iş tam da bana göre’ duygusunun yükselmesi.
Kimisi insan görünce enerjisi artar, kimisi bilgisayar başında saatleri unutur, kimi el işiyle huzur bulur, kimi hareket ettikçe canlanır.
Bunların hiçbiri bir diğerine göre üstün değildir, zaten bu bir yarış da değildir.
Ama akıllı bir genç için bunların hepsi, mutlu bir hayatın nereden kurulabileceğinin harika bir işareti olabilir.
MSA’da yıllardır şunu görüyorum:
Yatkın olduğu işe adım atan bir genç, en zor eğitimi bile daha kolay kaldırıyor; çünkü o genç kendi yolunda yürüyor aslında.
Başka bir şey daha var dikkatimi çeken ve burada yazmam gereken…
Kendine uygun bir uğraşa temas eden gençte zorluk gibi, dil, mesafe, kültür farkı ya da çekingenlik benzeri engeller de tuhaf bir şekilde etkisini kaybediyor; çünkü öğrenme isteğini içten içe besleyen güçlü bir kaynak haline geliyor burada da yatkınlık.
Geçenlerde okula gelen yabancı bir şef de benzer bir şeyi söylemiş; “Sizin öğrencilerinizin hevesi dünyada ders verdiğim........© Diken





















Toi Staff
Gideon Levy
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein