Beyoğlu yaşıyor!
Apartman kapısından çıktım. Firuzağa Camii’nin karşısındayım. Aklımda bir kahve içmek var, sonrasına bakacağım.
Ben iflah olmaz bir Beyoğlucu’yum. Beyoğlu’na inanırım. Geçmişteki halini övüp şimdikini beğenmeyenlere karşılık Beyoğlu’nun yaşadığına, kültürü hala taşıdığına inanıyorum; binasıyla-kaldırımıyla-mekanlarıyla-inanılmaz sokaklarıyla memleketin sırta yük bir kamyon dolusu derdini katlanılır kılan bir teselli, tarihin bir armağanı, hatta abartayım, memlekette yaşanacak tek yer olarak görüyorum. Yürümek bile tek başına çoğu kez yetmişti.
Cumartesi benim izin günüm. Bir kahve içeceğim. Altı-yedi yıldır gittiğim bir kahveci var Havyar Sokak’ta. Adı Tea or Coffee. Karton bardakta büyük boy filtre kahve alıyorum. 130’dan 150 liraya çıkmış. Dışarı geçerken, bu benim son kahvem olabilir, diye düşünüyorum.
Niyetim Beyoğlu’nun kültür yaşamını paylaşmak ama iki yan masada bir çift var. Bazı gözlemler yaptım. Adam, “Bak şimdi karıcığım…” diye konuşuyor ama sesi erkek sesi, bir mesele var. Diyor ki, “Benim tek derdim şu an 60 bin liralık bir eve geçmek, ben 75 bin lira ödüyorum her ay kiraya.” Diyor ki, “Aceleye getirdin 100 bin lira verdik tatile, millet 40 bin liraya Dubai’ye gidiyor. Orada ağzımıza burnumuza kadar yeseydik 60 bin yerdik.” Diyor ki, “Bu Endonezyalıyı kovdun artık birine karar vermen lazım.” Kadın son aylarda doğum yapmış. İzni 20 gün sonra bitiyor. Endonezyalı bakıcı olmalı. Adam izni bittiğinde kadın çalışsın istiyor. Kopuktu bu tartışmalar, bir noktada adam kadını çalışmaması durumunda ev hanımı olmuş bir arkadaşlarına çok benzeyeceği konusunda ‘uyardı’. Bu bir tehditti ya da. Tehdit yoktu ama biri birini tehdit ettiğinde rüzgar nasıl eserse öyle esti. İki masa yanımdalardı. Kesik kesik duydum. Yani, bu da bir geçim sıkıntısı diye düşündüm. Duyduklarım standartları yüksek bir boka batmışlıktı. Maddi durumları benden iyi olduğu için onlara üzülmedim. Yine de ilginçti.
Sonra yürüdüm, karnım açtı. Kalkanoğlu Pilavcısı’na gittim, meşhurdur. Duvarında Vedat Milör kupürü var. Burada pilav, kavurma, İspir fasulyesi pişiriliyor. Lezzetini şöyle anlatayım. Ömrünün 60 yılını vejetaryen geçirmesine rağmen et yememe ilkesi buraya özel boşverilen, diğer vejetaryen arkadaşları bir duysa mahvolacak bir adamın bu kavurmaya ‘hayır’ diyemediğini duydum. Dinlediğime göre Erzurum-Kars-Ardahan platolarından bir adam, kavurmanın burada kendi memleketinden daha enfes olduğu duyumuyla yayan yollara düşmüş, ta oralardan Kalkanoğlu Pilavcısı’na kadar bu kavurmayı yemek için çıplak ayak yürümüş. Ve hiç pişman olmamış. Ayrıca 1870’lerin sonunda yolu tozlu İstanbul sokaklarına düşmüş Fransız bir seyyahın da bu kavurmayı 20 sayfa övdüğünü bir arkadaşım anlattı ama ben o metni henüz okumadım. Bunlar Kalkanoğlu Pilavcısı’na dair detay hikayelerden. Padişahın da pilavcısı olduğunu herkes bilir.
Çıktım oradan. Kavurmacının yanında........
© Diken
