menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Benim İstanbul çağım

19 7
09.05.2025

Nerede nasıl yaşarsanız yaşayın, bir tutkunuz olduğu sürece, varlığınıza bir anlam katabilirsiniz ancak.

Ötesi, bence yavanlık!

Başlayan ve süren hayatınızın içinde tutkuya yer yoksa, yaşadığınız anların değerini anlamanız zordur.

Metrodayım. Tıkış tıkış, akşam kalabalığı. İnsanlar dip dibe. O hengâme içinde deri montlu, kirli sakallı gençten biri, elinde yatay tuttuğu telefonla, sanki evindeymişçesine, bangır bangır dizi izliyor. Rahat, pervasız! Biz orada hiç yokmuşuz gibi... İtiş kakışa omuz atıyor ama film izlemesinden de geri kalmıyor. Elindeki aygıttan yayılan ses de dayanılır gibi değil.

Sabrımın sınırına geldiğimin farkındayım ve nihayet o da tükendi ve adama izlediği dizinin sesini kısmasını, bunu burada insanlara dinletmemesi gerektiğini söyledim. Elbette öfkeliydi sesim ama o yine de itiraz etti ve ben de bunun üzerine:

“Geldiniz, her şeyi bozdunuz” dedim.

O da yaban bir dille:

“Amerika’dan gelmedik ya” diyerek kendine yer açma hamlelerine devam etti.

Didişmedim, onun yerine, ilk durakta inmeyi tercih ettim.

Sonra da kendime; “İstanbul işte bu hale geldi” derken Sait Faik’in “Söylendim Durdum” öyküsünü hatırladım. O da 1940’ların İstanbul’unu anlatırken şöyle yakınıyordu:

“Bu şehir laubaliliğin, kötülüğün, ikiyüzlülüğün kaynaştığı bir şehir. İyi insanlar yok mu? Dolu. Ama nasıl çekilmişler, nasıl ürkmüşler, nasıl kapanmışlar bir yere? Neredeler?”

Onun soruları bir anda benim de sorum olmuştu.

Her şeye rağmen, bu kentin enerjisini seviyordum elbette. Ne de olsa o açıdan bakınca karşımıza katmanlı bir İstanbul manzarası........

© Cumhuriyet