menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

"Büyük Ortadoğu" ve İkinci "Çözüm Süreci"

20 14
25.04.2025

İktidar yetkililerinin söylediğine ve DEM sözcülerinin de itiraz etmediklerine bakılırsa; Nisan başından itibaren resmen yürürlüğe konulmuş gözüken –ikinci– çözüm süreci, sadece PKK'nın silahlı mücadeleyi terk ve kendisini örgüt olarak feshetmesini içeriyor. Her iki taraf da bunun karşılığında Türkiye devleti ve iktidarın hangi yükümlülüklerin sözünü ve güvencesini verdiğinden bahsetmiyor, bundan bilhassa kaçınıyorlar. Nitekim DEM yetkilileri, heyetlerinin gayet olumlu geçtiği ilan edilen Erdoğan’la görüşmesinde ona kapsamlı bir talepler listesi verdiklerine dair “söylenti”yi derhal yalanlama ihtiyacı duydu.

Bir liste verilmemiş olabilir ama uzlaşmanın iktidar kanadı için hiçbir yükümlülük içermediği görüntüsünün kesinlikle inandırıcı olamayacağı da apaçık bir gerçek. Anlaşılan odur ki; PKK-Öcalan da dahil Kürt tarafı, başlatılan sürecin kamuoyuna açık yönünde devlet ve iktidar kanadının “Kürt sorunu yoktur, sorun sadece PKK’nın varlığıdır” diye özetlenen resmi politikasına uygun bir çerçevede davranılmasını ve kendi sorun teşhislerine ve önerilerine dair kısmın ise –şimdilik– halen de yapılmakta olan gizli müzakereler/pazarlıklar faslında ele alınmasını kabul etmiştir.

Sürecin başlatıcısı AKP-MHP olduğu için başka türlüsünün olamayacağını zaten biliyoruz. Ama baştan beri de iktidarı bu adımı atmaya iten saikin ne olduğuna, neyin amaçlanmış olabileceğine, PKK-Öcalan ve DEM tarafının rızasının hangi güvencelerle alındığına ve hele de girişimin niçin Devlet Bahçeli tarafından o herkese “yanlış duyuyorum galiba” dedirten davetle başlatılmasının tercih edildiğine dair soruların akla uygun bir cevabı, açıklaması yok. Bahçeli’nin çağrısı ve karşı tarafın olumlu karşılaması ortadayken hükümetin özellikle Suriye'deki Kürt bölgesine ilişkin düşmanca söylem ve eylemlerini, birçok sivilin ölümü pahasına bombardımanları sürdürmesini AKP-MHP cenahının “çağrı karşı tarafın yapması gerekenlerden ibaret, bizim değiştirmemiz gereken bir şey yok” diye açıklıyor olduğunu farz etsek bile; en azından sorunun ağırlığı dikkate alınarak birkaç “iyi niyet” jesti yapma yerine “CHP’ye bunları yapanlar bana neler yapmaz ki” dedirten pervasız adımlar atabilmesinde de bir tutarlılık aramak boşuna.

Denilecektir ki; devlet, hükümet, parti gibi politik öznelerin ve hatta kişilerin söz ve eylemlerinin arasında ve içinde bir mantık ve tutarlılık beklemek artık geride kalmış bir çağın, dünyanın alışkanlığı idi. Eski dünyanın, eski Türkiye'nin çerçevesinden bakıldığında mevcut politik öznelerin sözleri ve eylemleri arasında ve içinde yığınla çelişki ve birbirini yalanlama, ilişkisiz ögeler bulabilmeniz şimdi artık “normal”. Çünkü “zamanın ruhu” böyle gerektiriyor. Bir bakıma Newton fiziği evreninden kuantum fiziği dünyasına geçmiş gibiyiz yani. Nasıl Newton fiziğinde ögeler hareketlerini yöneten yasalara uygun, öngörülebilir sonuçlar sergileyecek biçimde davranıyorlar ama buna mukabil kuantum düzeyinde ögeler öngörülemez biçimde davranıyor, ortamda bir belirsizlik hali hüküm sürüyorsa öyle. Buna rağmen kuantum fiziği ile Newton’unkinin ulaşamayacağı bir bilinebilirlik düzeyi ve kesinlik derecesine ulaşılmış ise hangisinin tercih edilmesinin zorunlu olduğu da apaçık demektir.

Bu mantık, bırakın “sıradan insan”ı, daha üst düzey bir akıl ve bilinç........

© Birikim