menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Talebimiz barış, çabamız barış

18 0
03.09.2025

2008 Nobel Barış Ödülünün sahibi Marti Ahtisaari’nin ödül törenindeki bu sözleri barışa giden yolda ilerlemenin nasıl devam edebileceğine işaret eder: çözüme inanma, kararlılık ve irade.

Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü. 1 Eylül’ün Barış Günü olarak kutlanmasına vesile olan ise Almanya’nın 1939’da Polonya’yı işgal etmesiyle başlayan 2. Dünya Savaşıdır. İnsanlık tarihinin büyük acılar ve onulmaz yaralar yaşadığı bu savaş 2 Eylül 1945’e kadar sürüyor.

ABD’deki New Orleans eyaletinde yer alan İkinci Dünya Savaşı müzesinin verilerine göre sivil ve asker en az 45 milyon kişi yaşamını yitirdi. Müze bu savaşta en az kaybın 1000 sivil ve 1000 asker olmak üzere Brezilya’dan olduğunu gösteriyor. En fazla kayıp ise 8-10 milyon arası sivil olmak üzere 24 milyon ile Sovyetler Birliği ve 3-4 milyon arası sivil olmak üzere 20 milyon ile Çin’de yaşanıyor. Almanya da ise 5 milyondan fazla asker ve en az 1,5 milyon sivil ölüm kaydedilmiş.

45 milyon kişinin yaşamını yitirmesinin yol açtığı acı insanlığın tahayyül sınırlanın ötesinde. Bu verilerin savaş sırasında yaralananları içermediğini not etmek gerekir. Benzer şekilde, zarar gören hayvanlar ve tahrip olan doğa hesaplanmış değil.

İnsanlığın dünya savaşlarından ve tarihteki diğer savaşlardan, çatışmalardan ders çıkarmadığı bir gerçek. 2025 yılında dünyanın farklı yerlerinde silahlı çatışma ve savaşlar farklı ölçeklerde devam ediyor.

Merkezi Sydney’de bulunan The Institute for Economics & Peace (IEP) [Ekonomi & Barış Enstitüsü] Küresel Barış Endeksi 2025’i Haziran ayında yayınladı.

Endeks hali hazırda 59 aktif ihtilafın olduğunu belirterek bu sayının 2. Dünya Savaşının ardından ulaşılan en yüksek oran olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca, Endeks ülkelerin silahlanma alanındaki rekabetinin arttığını ortaya koyuyor.

Endeks’teki bir diğer dikkat çekici veri ise çatışmaların, savaşın yaşandığı 17 ülkede son bir yılda yaşamını yitirenlerin sayısının 1000’den fazla olduğu. Esasen, bu çalışma 2025 yılında küresel düzeyde barış ortamından uzaklaştığımızı gösteriyor.

IEP Küresel Barış Endeksinde de yer alan Gazze’de yaşananlar çok acı. Yaşamını yitiren çoğu çocuk ve kadınlar olmak üzere siviller. Açlıkla, kıtlıkla karşı karşıya kalan bir toplum. Yaşananları takip edip, belgeleyen ve dünyaya duyuran gazetecilerin İsrail ordusu tarafından hedef gözetilerek öldürülmesi. Savaşın yıkıcılığının sadece çok az bu satırlara sığar.

Endeks’teki veriler iç karartıcı. Benzer şekilde, Gazze’de yaşananlar çok acı. Ancak, bu verileri insan hakları savunucusu olarak barışın yaşamsallığı olarak okuyorum. Yaşananlara son vermek ve savaş, çatışma, şiddet eğilimini tersine çevirmek gerek. Savaşların, çatışmaların yol açtığı ağır insan hakkı ihlallerine durdurabilecek ve acıların yol açtığı karamsarlığın yerine umudu tesis edecek olan kalıcı bir barıştır.

Nitekim, IEP Endeksi de verilerin ardından belirsizlik ve çatışma dönemlerinden çıkışın temel çözümünün pozitif barış olduğunu belirtiyor. Hüsnü Öndül ve Murat Çelikkan tarafından hazırlanan ve Barış Vakfı’nın 2018’de yayınlanan Barışın El Kitabı çalışmasında “negatif barışın fiziksel şiddettin olmadığı, pozitif barış ise fiziksel, ekonomik, siyasal, kültürel ya da yapısal her tür şiddetin yokluğu ve şiddetsizliğe adaletin eşlik etmesi anlamına geldiği” belirtiliyor.

Özünde bir insan hakları ve demokrasi konusu olan Kürt Meselesinde 1 Ekim 2024’ten bu yana yaşanan gelişmeler umut verici.

Kürt Meselesine güvenlik odaklı yaklaşılmasının bir sonucu olarak yaşam hakkı, faili meçhuller, zorla kaybedilme, köy boşaltmalar, işkence ve kötü muamele yasağı vb. ağır insan hakları ihlalleri yaşandı. Benzer şekilde, gerek talebini dile getiren Kürtlerin gerekse de bu alanda çalışan avukat, insan hakları savunucusu, sendikacı ve akademisyenlerin düşünce ve ifade özgürlüğü de ihlal edildi. Kürt meselesi ile ilgili çalışma yapanlara yönelik baskı, gözaltı, tutuklamalar yaşandı. Adil yargılanma hakkı ihlal edildi.

2013-2015’teki Çözüm Sürecinin çökmesinin ardından yaşanan karanlık dönemdeki ağır insan hakları ihlalleri karşısında 11 Ocak 2016’da Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisine imza atan Barış Akademisyenleri olarak KHK’larla üniversitelerimizden ihracımızın başladığı tarihin de 1 Eylül olduğunu not etmek gerekiyor. 9 yılı bulan ihraçların ardından Barış Akademisyenleri olarak üniversitelerimize en kısa zamanda dönebilmemiz Türkiye’de Kürt Meselesinde kalıcı barışa katkı sunacaktır.

1 Eylül vesilesiyle İHD olarak Türkçe, Kürtçe ve Zazaca dillerinde yayınladığımız Barış Bir İnsan Hakkıdır açıklamamız da dünyada yaşanan çatışmalara ve yol açtığı ağır insan hakları ihlallerine vurgu yaptıktan sonra Kürt meselesine yönelik politik taleplerin geçmişte şiddetle bastırılmaya çalışıldığını belirtiyor. Açıklamamız barış sürecinin başarıya ulaşması için mevcut siyasal iradenin insan hakları politikalarının yol göstericiliğinde ilerlemesi gerektiğine vurgu yapıyor.

Barış ve insan hakları arasında sıkı bir ilişki bulunur. Birbirlerinden beslenirler. Tek sonucu daha fazla şiddete yol açmak için şiddet, çatışma ortamı hak ihlallerini tekrar tekrar gerçekleştirir. Barış ortamı ise hak ve özgürlüklerin korunmasına ve geliştirilmesine imkan verir.

İnsan hakları ve özgürlüklerinin durumunu gösteren raporlarda, çalışmalarda alt sıralarda yer alan ülkelerin çatışmaların, savaşların yaşandığı yerler olması tesadüf değildir.

Biz insan hakları savunucuları sorunların silahlı çatışma, savaş vb. şiddet yoluyla değil konuşarak, diyalog ve müzakere içinde çözülebileceğine inanıyoruz. Barış hakkı mücadelemizi de bu perspektifle yürütüyoruz.

İnsan hakları savunucuları olarak talebimiz barış, çabamız barış.

Ahtisaari’nin altını çizdiği gibi siyasi irade varsa, sorunların çözülebileceği bilinciyle hareket edersek, çatışmaların sürmesinin bahanesi kalmaz.

İrademizi barıştan yana kullanalım.

(Oİ/EMK)

Washington D.C.'den Pasifik adası Guam'ın denizaşırı topraklarına kadar Amerikanın her yerinde düzenlenen 865 etkinlikte, on binlerce Amerikalı geleneksel "Emek Günü" (Labor Day) kutlamalarını, Başkan Donald Trump ve yönetimine ve milyarder dostlarına karşı mitinglerde bir araya gelerek kutluyor.

Haber hazırlanırken ABD'nin doğusunda saatler 1 Eylül 18:50'yi, batısında 15:50 yi gösteriyordu. Her yıl eylülün ilk pazartesi günü kutlanan "Emek Günü" bu yıl 1 Eylül'e rastladı.

Labor Day, 1 Mayıs’ın Uluslararası İşçi Bayramı ilan edilmesinden 7 yıl önce Amerikan işçilerince kutlanmaya başlamıştı. 1 Mayıs ve ABD Emek Günü tarihsel yönleri bakımından işçi hareketi içinde esasen birbirine karşıt iki hattı temsil ediyor. ABD yönetimi Amerikan işçi sınıfını, özellikle1 Mayıs'ı dünya işçi hareketi tarihinin önüne getiren büyük Haymarket direnişinin devrimci mirasından uzak tutmak için, Labor Day'i işçi bayramı olarak öne çıkarmış ve 1 Mayıs'tan ayırarak eylülün ilk pazartesisine taşımış böylece Labor Day daha “sisteme uyumlu” bir işçi anma günü olarak şekilenmişti.

1 Mayıs ABD’de hiçbir zaman resmî bayram olarak kabul edilmedi.

Geleneksel olarak nispeten uysal bir çizgide gerçekleşen ve yalnızca işçileri değil emekçilerin bütün katmanlarını kapsamayı hedefleyen Emek Günü, bu yıl yumuşak kabuğunu çatlatarak içinde tuttuğu emekçi öfkesini dışavurdu.

Protestoların bazılarında göstericiler sıcak gündeme bağlı kalarak Trump'ın Washington'ın yerel güvenlik düzenini devre dışı bırakıp federal orduyu başkente sokmasına ve "güvenlik açığı" iddiasıyla başka ABD kentlerinde de bir tür askeri darbeye kalkışmasına karşı tutum almak için Emek Günü kutlamalarını bir fırsat olarak değerlendiriyor.

TIME'ın haberine göre, başka gösterilerdeyse işçi hakları ve sınıflararası eşitsizlikler öne çıkıyor. Gösterileri düzenleyenler, katılımcıları "sadece sandık veya mahkemeler aracılığıyla değil, daha büyük ve daha güçlü bir hareket inşa ederek milyarderlerin iktidara el koymasını durdurmak için ayağa kalkan emekçiler" olarak tanımlıyor.

"50 protesto, 50 eyalet, 1 gün"ü ifade........

© Bianet