Güle güle Kemal Uzun...
1940 yılında Artvin’in Ardanuç ilçesine bağlı Bereket köyünde, yoksulluğun ve direncin koynunda dünyaya geldi Kemal Uzun. Çocuk yaşta dağların sertliğini, köylerin yoksunluğunu ve emeğin kutsallığını öğrendi. Cilavuz Öğretmen Okulu’nda yetişti; kara tahta başına geçtiğinde, yalnızca harfleri değil, onurlu bir geleceği de yazmaya başladı. Tebeşiri her kaldırışında, bu ülkenin çocuklarına “okuma”nın ötesinde, başı dik yaşamanın dersini veriyordu.
Kemal Uzun için öğretmenlik, dört duvar arasında maaşa bağlanmış bir meslek değil, halkın uyanışını örgütleyen bir mücadeleydi. 1960’lardan itibaren Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nda (TMF), Türkiye Öğretmenler Sendikası’nda (TÖS) ve nihayet Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği’nde (TÖB-DER) aktif görev aldı.
Her okul onun için bir mevziydi, her öğrenci geleceğin özgür insanıydı, her öğretmen adaletsizliğe karşı omuz omuza duran bir yoldaştı. Hayatının merkezine örgütlülüğü koydu, çünkü bilirdi; dağınık sesler rüzgârda kaybolur, birleşmiş öğretmenlerin sesi ise toprağı sarsan bir tohuma dönüşür.
1978’de yaklaşık 200 bin üyesiyle ülkenin en güçlü öğretmen örgütlerinden biri olan TÖB-DER’in Genel Sekreterliği’ne seçildi. O artık sadece bir öğretmen değil, “Devrimci Öğretmen” kavgasının adıydı. Onun kaleminden çıkan bildiriler, onun sesinden yükselen haykırışlar, yüzbinlerce öğretmenin yüreğinde cesarete dönüştü. TÖB-DER’in kapısında yazılı olan şiar, onun yaşamının da özeti oldu: “Demokratik, Laik, Bilimsel Eğitim ve Bağımsız Türkiye!”
12 Eylül 1980’de tank paletleri yalnızca kışlaları değil, okulları da ezdi. Cunta, ilk darbeyi öğretmenlere indirdi. 670 şube kapatıldı, mallarına el kondu, 230 öğretmen katledildi. TÖB-DER’i susturmak istediler.
Kemal Uzun hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Kısa süre kaçak yaşadı; sonra ülkesini ardında bırakıp sürgüne çıkmak zorunda kaldı. Ama onun yüreğinde çarpan direniş, sınır tanımadı; hangi topraklara düşerse düşsün, o yürek hep aynı kavganın ritmiyle atmaya devam etti.
1981’in sonunda Federal Almanya’ya iltica etti. Kemal Uzun için sürgün, yeni bir cepheydi. Köln sokaklarında, Berlin meydanlarında, Avrupa’daki işçi derneklerinde yeniden kürsüye çıktı. 12 Eylül’ün işkencelerine, idamlarına karşı kamuoyu örgütledi. Her mitingde, her bildiride, her dernek toplantısında onun nefesi vardı.
12 Eylül’ün yarattığı baskı yalnızca cezaevlerinde değil, düşünsel alanlarda da önemli etkiler doğurdu. Darbe sonrasında ortaya çıkan atmosfer, devrimci hareketin içerisinde farklı yönelimlerin belirmesine zemin hazırladı. Bu dönemde, sınıf mücadelesinin toplumsal dönüşümdeki rolünü tartışmalı hale getiren ve “sivil toplum” perspektifini öne çıkaran yaklaşımlar gündeme geldi.
Kemal Uzun ise bu tartışmalar sırasında tavrını açık biçimde ortaya koydu. O, örgütlü mücadelenin sürekliliğini, devrimci bakış açısının gerekliliğini savunmayı sürdürdü. Devrimci İşçi saflarında yürüttüğü çalışmalar, dönemin ideolojik saflaşmasında onun kararlı ve istikrarlı bir temsilci olarak öne çıkmasına vesile oldu.
Kemal Uzun, sürgünde de davasını büyüttü. 1989’da Enver Karagöz ve diğer arkadaşlarıyla birlikte Türkiye/Almanya İnsan Hakları Derneği’ni (TÜDAY) kurdu. İşkence görenlerin sesi oldu, cezaevlerinde çürütülmek istenenlerin umudu oldu. Türkiye’deki İnsan Hakları Derneği (İHD) ile dayanışmayı örgütledi. İnsan haklarını savunmak, onun için hiçbir zaman “soyut” bir değer değildi; halkın onuru, özgürlüğün temeliydi.
1990’ların savaş karanlığında, Türk ve Kürt halklarının kardeşliği için barış cephesinde yer aldı. Türk-Kürt Dostluk Girişimi’nin öncülerindendi. “Silahlar sussun, insan konuşsun” diyerek barışın yolunu açmaya çalıştı. Çünkü onun gözünde demokrasi, halkların kardeşliği olmadan bir hayaldi.
Kemal Uzun düşüncelerini yalnızca kürsülerden haykırmadı, kalemiyle de tarihe kazıdı. Eserleri, bir dönemin aynası ve geleceğe yazılmış vasiyet gibiydi:
Ama bütün bu mücadelenin ötesinde, Kemal Uzun’u tanımlayan bir başka yan vardı: İnsani sıcaklığı. Zorda olana elini uzatan, hastane odalarında arkadaşları için sabahlayan, dostlarının acısını kendi acısı bilen biriydi. Bu yüzden onun için devrim, sadece meydanlarda atılan slogan değil, tek tek insanların hayatına dokunmaktı. Onu tanıyan herkesin belleğinde dürüst, fedakâr, çalışkan bir yoldaş olarak kaldı.
Ve şimdi… Cunta tarafından sürgüne zorlanan Kemal Uzun, 10 Eylül 2025’te Köln’de yaşamını yitirdi.
12 Eylül’de ise Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda halkının, öğretmenlerin, yoldaşlarının omuzlarında sonsuzluğa uğurlandı. Tarihin ironisi mi, yoksa devrimci hayatların yazgısı mı? 44 yıl sonra, darbenin yıldönümünde yeniden anavatanına döndü; bu kez yalnızca bedeniyle değil, anısıyla, mücadelesiyle ve bıraktığı izlerle.
Onun adı artık yalnızca bir mezar taşında yazılı değil; işçilerin kavgasında, öğretmenlerin direnişinde, halkların kardeşlik özleminde, demokrasi mücadelesinde yaşıyor.
Güle güle Kemal Hoca… Senin sessiz izlerin hâlâ bu topraklarda yankılanıyor. O izler, emekçilerin mücadelesinde, öğrencilerin gözlerindeki ışıltıda, öğretmenlerin direnişinde, bilimin kürsüsünde ve kardeşliğin umudunda yaşamaya devam edecek.
(FK/VC)
Bugün 6 Eylül 2025. Yağmur yağıyor. Bir damla yağmur yağmadan geçen koca bir yazdan sonra, ilk yağmur.
Tam 70 yıl önceki 6 Eylül’de de İstanbul’da yağmur varmış ama sonra açmış hava. Ama keşke açmasaymış, tufan olsaymış, sel olsaymış da o 6- 7 Eylül'de çok fena şeyler olmasaymış. Keşke...
Bugün Cumhuriyet tarihinin ne yazık ki sayısı epeyce........
© Bianet
