menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İlk adımı atmak!

9 1
31.05.2025

Arkadaşlıklarınız nasıl başladı? Arkadaşlar elbet birbirlerine ödün verebilir. Kaç kişi arkadaşlığı başlatabilmek için ödün vermiş, gereğinden fazla adım atmak zorunda kalmıştır? Bugün mobbingi anlatmayacağım. Kaldırımların işgalinden de söz etmeyeceğim. Bir kuralı izleyerek de yazmayacağım. İçimden nasıl geliyorsa… Çünkü bu fazlasıyla kişisel bir deneyim. Benzer şekillerini farklı biçimlerde yaşayanlar vardır ama deneyim de bir tarafıyla özeldir. Elbet konumuz yine sağlamcılık ve onun bir yansıması.

Sağlamcılığın niyetten bağımsız olduğunu defalarca vurgulamıştım. O, bilincin şekillendiği ortamda var olan ve sürekli derinleşen bir akımdır. O nedenle “sağlamcılar kötüdür” gibi bir kalıba sığacak bir durum değildir. Herkes biraz sağlamcıdır çünkü. Sağlamcı bir toplumda yetişmiş, ondan öğrenmiştir kişi. O nedenle sağlamcı yönelim adeta tanımlı gelmiştir kendisinde. O nedenle sağlamcılığın yarattığı eşitsizlik damgasını vurur her davranışına. O eşitsizliğin en sosyal haline değinmek istiyorum bugün.

Hayat bazı ayrıntılarda gizlidir. Küçük bir tweet birini derinlere götürüp çoktandır unuttuğu bir konuyu hatırlatabilir. Bu yazı da öyle bir hatırlamanın ürünü. bianet’in iki engelli öğrenci ile gerçekleştirdiği röportajın altına yapılan bir alıntı bir anda duyargalarımı açtı. Hemen röportajı okudum ve alıntının röportajın en güzel yerinden alındığını fark ettim. Şöyle diyordu genç arkadaşımız Mihriban:

“Çoğu zaman şöyle sohbetler ile karşı karşıya gelir engelli öğrenciler: Oturan bir arkadaş grubuna doğru yaklaşırsın ve gruptan şöyle sesler yükselir: ‘Bir şeye mi ihtiyacın var? Nasıl yardımcı olabiliriz?’ Hâlbuki yalnızca yanlarına oturmaya gitmişsindir. Tam da bu gibi sebeplerden ötürü aslında birlikte yaşama kültürümüzü sorgulamalıyız. Yoksa düzenlenen bir kulüp etkinliğinde veya başka sosyal faaliyetlerde bir erişilebilirlik düzenlemesine ihtiyaç duyulduğunda öğrencilerin desteği mevcut oluyor.”

O kadar haklıydı ki. Bu haklılığını da yarın aynı mesleği yapacakları insanların böyle yapmasının yarattığı çelişkiyi vurgulayarak güçlendiriyor.

O kadar tanıdık, o kadar dost geliyor ki arkadaşın bu net anlatımı. En sıradan bir sosyalleşme olan arkadaş edinmenin nasıl gerçek bir sorun olarak önümüze konduğunu hatırlıyorum. Sistemin “aynılar aynı yere” sağlamcı mantığıyla engellilere ayrı okullar, ayrı sosyalleşme alanları oluşturmak gibi tecrit uygulamaları sürekli gündeme gelir. Arkadaş edinme konusunda yaşanan iletişim sorunlarını da bu tecridin bahanesi yaparlar. Körler okulunda ilköğretimi bitiren herkes önce bir sudan çıkmış balığa dönerdi. Hatta topluca aynı okulu seçme yönelimine giren körler olurdu.

Çünkü hep körler körlerle sosyalleşmiş olurdu genellikle. Hatta sağlamcılığın bize kanıksatılmasının sonucu “gören” bir arkadaş ya da sevgilin olduğunda bu adı konulmamış bir statü gibi görülürdü. Varın insanlara kendilerinin eksik olduğunun nasıl kanıksatıldığını siz düşünün. Sağlamcılığın kriterlerine göre hem kendini aşağılamış hem de yüceltmiş oluyordu kişi.

Özellikle sağlamcılardan daha sağlamcı olan bazı kör öğretmenlerimiz “Liseye gittiğinizde uslu ve çalışkan olun. Gerekirse arkadaşlarınıza bir şeyler ısmarlayın, alttan alın, kavga etmeyin” gibi saçma sapan telkinlerde bulunurlardı.

Oysa hayat o kadar steril değildi ve olmamalıydı. Liseye başladığım ilk bir ay kendime yakışmayacak şekilde çok çalışkan ve uslu biriydim. Annem okula geldiğinde daha sonra ki lise hayatımda çok özleyeceği övgüleri alıyordu. Evet başarılı ve uslu bir gençtim. Aynı zamanda da yalnız.

Bu yalnızlığım bir gün zıvanadan çıkıtı. O zaman ki bilincimle bugün cinsiyetçi diye kınayacağım bir küfür eşliğinde kendilerini ne sandıklarını sordum. Ondan sonra arkadaşlarım oldu. Tabi okul kırmalar, kavgalara karışmalar ve düşen ders notları da arkadan geldi. Kavga da ettim, akran zorbalığına da uğradım. Hatta saçım yakılacak kadar. Yine de sınıfın bir köşesinde akşama kadar bir sırada yalnız başıma oturmayı değil zorbalığa da uğrasam sosyalleşmeyi tercih ederdim. Sonraki hayatta da benzer sorunlar yaşadım ilk arkadaş edinmede. Mesela çok rahat sınıftan çıkabileceğim halde birileri koluma girsin de tanışayım diye daha yavaş hareket ettiğim zamanlar oldu.

Elbet çok uzun yıllara yayılan dostluklarım da çıktı bu arkadaşlıklardan. Uzun soluklu olanlar dolaysız başlayanlar oldu. Yani yardım almak üzerinden gelişenler falan değil de bir arkadaşlık nasıl başlarsa, öyle başlayan arkadaşlıklarım daha uzun sürdü. Mesela hala en iyi dostlarımdan biri olan arkadaşımla lisede Nazım Hikmet, Necip fazıl kavgasıyla tanıdım.

Üniversitede çok farklı olacağı yanılgısına kapılmıştım. Tıpkı üniversitenin farklı olacağı kanısı gibi. Oysa orada da aynısı oldu. Tıpkı Mihriban’ın betimlediği gibi “yardım” odaklı yaklaşılıyordu. Sağlamcılığın solcularda da akademisyenlerde de yaygın bir anlayış olduğu gerçeğiyle orada yüzleştim. ÖSS ile girdiğim bölüm de “Görmediğin halde seni bu bölüme aldık” gibi ifadeler kullanan akademisyenle de karşılaştım. Ben diyalog kurmadan diyaloğa girmeyen arkadaşlarla da.

Politik bir öğrenciydim. Okulun ilk haftası bir arkadaş bildiri dağıtıyordu. Tabii öyle bir politik faaliyet yüreğimi pırpır ettirmişti o zaman. Tabii bildiri dağıtan arkadaş en apolitik insanlara bile hakaret işitmeyi göze alıp devrimci bir inatla o bildiriyi vermeye çalışırken beni es geçmişti. Çok üzülmüştüm. Bir ikirciklenmeden sonra sordum kendisine. “Sen nasıl okuyacaksın? Ha birisi okur değil mi kusura bakma” dedi. Benzerlerine sonra defalarca maruz kalacağım bu yaklaşım beni sarsmıştı.

Tabii sağlamcılık arkadaş olma evresini geçtiğimizde de bitmeyebiliyor. Bazen en alakasız kişilerin bile davet edildiği arkadaş toplantılarına davet etmemek, bazen bir yere giderken haber vermemek… Elbet çok güzel ve bu problemlerin hiç birinin yaşanmadığı çok arkadaşlığım oldu. Onlar zaten olması gerektiği gibi olduğu için güzel sohbetlerde anlatılır. Keşke bunlar da hiç olmasa da böyle yazılar da olmasa. Ergenlik dönemimizde çok mış gibi yapmak zorunda kalmıştık. Artık ihtiyaç duymuyoruz ve kazandığımız sakatlık bilinciyle daha net kendimizi ifade edebiliyoruz.

Genç engellilerin de bu sorunları aştığını ya da aşmak üzere olduğunu düşünüyorum. Bura da muhatabım. Bu yazıyı okuyanlardır. Umarım saçma sapan anılar yumağı gibi değerlendirmek yerine, kör bir kişiyle ilişkilenirken yararlanacakları bir araç olarak görürler. Sosyalleşmek için bile birilerinin ekstra adımlar atmak zorunda kalmadığı günler umuduyla.

(HA)

İnsanlığın ataerkil kültüre geçmesi ile beraber kadınlara uygulanan ayrımcılık, ötekileştirme, hak ihlali gibi konular sadece Türkiye'nin değil bütün dünyanın öncelikli sorunlarından. İnsan hakları konusunda çok ileri bir seviyede olan İskandinav ülkelerinde dahi, aynı işi yapsalar bile erkekler, kadınlardan daha fazla ücret alıyor. İleri demokrasi ülkelerinde bile bu ayrımcılığa rastlıyoruz.

Maalesef İslam ülkelerindeki kadın sorunları, gelir eşitsizliğinden çok daha korkunç boyutlarda. Ülkemiz, Müslüman ülkeler içinde nispeten daha iyi durumda olsa da son yıllarda artan kadın cinayetleri ve aile içi şiddet, cinsiyet ayrımcılığı gibi konularda işler hiç te iyiye gitmiyor. Kadın hakları ihlallerinin toplumun sosyolojik, psikolojik, kültürel, tarihsel, siyasal, ekonomik yapısı ile ilgili pek çok nedeni var. Bu nedenlere........

© Bianet