Prof. Dr. Hamit Bozarslan: Sürecin gerçekleşmemesinin bedeli sonraki yıllar için çok daha ağır olur
Yeni çözüm süreci için başlangıç kabul görülen MHP lideri Devlet Bahçeli'nin Meclis'te DEM Partili milletvekilleri ile tokalaşmasının üzerinden bir yıl geçti. Bu bir yıllık süreçte iktidarın iç ve dış politik hamleleri tartışılırken, Kürt siyasal hareketinin geliştirdiği yeni paradigma sonucu atılan adımlar da oldukça gündem oldu. Ortadoğu’da İsrail’in yükselişi, İran ve Rusya’nın zayıflaması, Lübnan’daki dengelerin değişmesi kadar Kürtlerin son on yılda nesne olmaktan çıkıp özneleşmesi de bu yeni dönemin belirleyici unsurları arasında.
Çözüm sürecinin birinci yılında Kürt siyasal hareketinin yeni yönelimlerini ve bölgedeki dengelerle ilişkisini Kürt tarihi çalışmalarıyla tanınan Ortadoğu uzmanı Prof. Dr. Hamit Bozarslan ile konuştuk.
Geçtiğimiz yıl tam bu tarihler de başlayan yeni ‘çözüm süreci’ iktidar kanadında ve yetkililerce sık sık ‘bölgede değişen dengeler’le açıklandı. Bölgedeki gelişmeleri ve Kürt siyasal hareketini yakından takip eden bir tarihçi olarak siz Ortadoğu’da bu anlamda nelerin değiştiğini düşünüyorsunuz?
Süreci bir yerden başlatmamız gerekiyorsa 7 Ekim'den başlatmamız gerekir. 7 Ekim'den sonra çok şey değişti Orta Doğu'da: İsrail ‘süper güç’ haline gelirken, eş zamanlı Netanyahu rejimine karşı çok ciddi bir muhalefetin de söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. 7 Ekim, aynı zamanda Lübnan'daki dengelerin değişmesi ve buradaki Hizbullah’ın oldukça zayıflaması açısından da çok önemliydi. Çünkü 2013'te aslında Başar Esad rejimini kurtaran aslında Lübnan Hizbullah'ıydı. Eğer Lübnan Hizbullah'ı o dönemde El-Kuseyr şehrini ele geçirmemiş olsaydı çok büyük bir ihtimalle Beşar Esad rejiminin bir stratejik mıntıkaya sahip olabilmesi imkânsız olurdu. Bu aynı zamanda İran'ın da zayıflaması anlamına gelmekte ve bununla eşzamanlı olarak Ukrayna meselesi dolayısıyla Rusya'nın zayıflaması…
İsrail bölgede hiçbir zaman bu kadar güçlü bir konuma sahip olmadı, şu anda Suriye'yi kendi arka bahçesi olarak gören bir ülke durumunda. Dürzülerin mıntıkasında şu anda İsrail’in himayesinde olan bir bölgeden bahsedebiliyoruz. İsrail-Kürt ilişkileri şu anda var, onu biliyoruz. Hatta paradoksal bir şekilde Ahmed Şara rejiminin ayakta kalması bile İsrail'in verdiği izne bağlı. Bu ne kadar devam edecek? Bunu bilemiyorum. İsrail'deki iç muhalefet nereye varacak? Netanyahu rejimi sarsılacak mı? Eğer bu rejim sarsılırsa İsrail dış politikası ne olacak? Büyük bir ihtimalle İsrail dış politikasında büyük bir değişim bekleyecek edebilmek söz konusu olmaz. Yani Orta Doğu’da neyin değiştiğini anlayabilmek için İran'ın ve Rusya'nın zayıflamasını ve Lübnan’daki dengeleri birlikte ele almak gerekiyor.
Ortadoğu'daki bu değişiklikler, Kürtlerin bölgedeki siyasi varlığı nasıl etkiledi?
Bölgede Kürt aktörünün de fail bir aktör olduğunu düşünmek gerekiyor. Türkiye açısından baktığımız zaman Kürtler, bir özne değil de bir nesne olarak görülmektedir. Hâlbuki son 10 yılda Suriye Kürdistanı’nda Kürtlerin bir nesneden özneye geçişi söz konusu oldu. Bunun değişik tarihsel nedenleri var, bunun eksiklikleri de var, bunun aynı zamanda Türkiye'nin müdahaleleri ile de şekillenen bazı sınırları da var. Fakat bütün bunlarla birlikte Kürtlerin bir özne olarak ortaya çıktığını görmekteyiz.
Bu özneleşme olgusu askeri boyutu olan bir olgu ama bundan da ibaret değil. Kurumsal ve siyasi bir boyutu var, bilinç olgusu ve eğitim boyutu var. Okullarda Kürtçe'nin ders olarak verilmesi ya da Kürtçe tedrisatının yapılması. Bu boyutların aslında aynı zamanda Irak Kürdistan'ı ve Suriye Kürdistan'ı arasında bir iç boyutu da var. Bu ilişkiler her zaman çok gergindi. Sonraki 10 yıl boyunca bunun nedenlerinden birisi tabii Türkiye'nin uyguladığı baskılardı. Bu baskılar hala devam ediyor, fakat son 6-7 ayda Irak ve Suriye Kürdistan'ı arasında Rojava arasında yoğun ilişkilerin de bulunduğunu görmekteyiz. Bu ilişkiler kapalı kapılar ardında gelişen ilişkiler değildi, kamuoyuna açık bir şekilde gelişen ilişkilerdi. Bu Kürtlerin özneleşmesiyle doğrudan ilgili aynı zamanda da bir tanınma olgusu olarak da ortaya çıkmakta. Bu tanınma her şeyden önce Kürtlerin kendilerini tanımaları, bir nesne olmayı reddetmeleri ve özne olarak kendilerini algılamalarıdır. Fakat aynı zamanda bir şekilde Ortadoğu kamuoyunun da bu Kürt olgusunun olduğunu kabul etmesi, Avrupa-ABD nezdinde Kürt meselesinin tartışılması, ABD'nin bölgedeki varlığı bütün bu algıları tabii birlikte düşünmek gerekir.
Süreç, Bahçeli’nin DEM Partili isimlerin elini sıkmasıyla kendini açık etti. Devamında yine Bahçeli’nin sahiplendiği, ancak Erdoğan’ın sessiz kaldığı bir siyasal atmosferde ilerledi. Erdoğan’ın süreci doğrudan ilk sahiplenişi PKK’nin silah yakma töreninin hemen ertesi günü yaptığı konuşma olarak değerlendirilebilir. Bu konuşmada ‘Türk-Arap-Kürt kardeşliği’ vurgusu hâkimdi. Sizce bu çıkış iç-dış politika değişikliği açısından verilmiş bir mesaj mıydı?
Bu tabii biraz Erdoğan'ın zihin dünyasını da açıklayan bir olgu, aynı zamanda Kürt meselesini bir milli mesele olarak, bir meşhur mesele olarak tanınmadığını gösteren bir olgu. Türklerin himayesinde, Kürtlerin, Arapların birliğinden bahsetmek yani Kürt meselesini kesinlikle bilmemek anlamına gelmekte. Kürt meselesi meşhur bir mesele ve Kürt meselesinin hem içte hem dışta tanınması söz konusu gerekli. Bu tanınma Kürtlerin bir özne olarak tanınması anlamına gelmekte. Ama iktidarın söylemine baktığımız zaman orada tabii yani yeni bazı dinamikler gelişti.
Bu söylemin üç ayağı var: Bu ayaklardan birisi Kürt meselesini bir terör meselesine indirgemek ve PKK’nin feshiyle terörden çıkmak. Hâlbuki PKK 1978'de kuruldu, Kürt meselesi 100 yıldır var. Eğer PKK, Kürt toplumu içerisinde bu kadar büyük bir destek görebildiyse bunun nedenlerinden en önemlisi bir Kürt meselesinin olması. PKK'nin toplumun çok büyük bir........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Ellen Ginsberg Simon
Gilles Touboul
Mark Travers Ph.d