Wilhelm Schmid’de aşk fenomeni
Wilhelm Schmid’in “Aşk” kitabını önemsiyorum. Çünkü Schmid aşkı idealize etmiyor kitabında, aksine, onu alabildiğine gerçekçi bir zeminde ele alıyor. Bunda aşkı felsefi bir düzleme oturtmasının rolü var. Zaten bir yerde, “felsefe bilgelik sevgisidir” diyor ve aşk gibi bir fenomene esaslı bir şekilde ancak o yaklaşabilir. Çünkü aşk insanın anlam arayışında büyük bir sıçrama, bir meydan okuma varoluş savaşında; hem bireyselleşme hem de bireyselliği gevşetme yolculuğu bir anlamda. Aşka tutulan insan, hayatının sarmalında, bilgesi artık aşkın. Aşk bilgesinin, aşk parantezinde yaşanan her şeyi, aşktan önce felsefeyle iç içe olan tüm meseleleri, sözgelimi, sanata dönüşmesini aşkın ya da yetkinleşip gelişmesini, özgürlük, bağlılık, arzu gibi duyguların kucaklaşmasını benlikle, çelişkilerin yoğunlaşmasını, her çelişkinin yeni çelişkiler doğurmasını, varoluşun derinliklerinden yankılanan boğuk seslerdeki derin anlamı kavraması mümkün artık. Aşk bilgesinin, kendi çatlaklarından gelen sızıntıları dinlemesi, orada hayatın ritmine erişmesi artık mümkün. Aşkın felsefesi, sadece düşünceyle değil, duygularla da sınanır çünkü.
Felsefeyle yaklaşıldığında aşk, hem bir öğrenme süreci hem de bir dönüşüm sahasıydı Schmid’e göre. Yine de kavram olarak aşkın bütünselliğine ulaşmak kolay değil. Schmid’inde dediğince aşk, aşk diye yorumladığındır çünkü. Özneldir bu anlamda, kişiye bağlıdır. Ondan ne beklediğin, onu nasıl düşlediğin, neleri tecrübe ettiğin, nesinden endişe duyduğuna göre değişir gerçekliği. Bu yüzden aynı kavram altında yaşanan farklı deneyimlerdir. En önemlisi de eriştiğin aşk deneyimi düşlerini yeni düşlere taşır. “Aşkın hakikatinde çok çehreler saklıdır.” Aşkta yarattığın her anlam, aradığındır. Ve aradığın anlam da değişir zamanla. Bu yüzden aşk süreklilik içinde dönüşen bir anlam üretimidir.
Schmid’in kitabının alt başlıkların biri, aşkın neden zor olduğu. Ona göre aşk her çağda zordu ve her çağın zorluğu kendine hastı. Fakat modern dünyada aşkın zorluğu, duygulardan büyük beklentilere girmesiydi insanın. Mao da sınıflı toplumda gerçek sevgi yoktur derken benzer bir hareket noktası mı belirlemişti kendine? Anlamlı geliyor bu soru bana. Çünkü modern dünyada öne çıkan bireyciliktir ve kapitalizm insanı bireysel çıkarını maksimize etmeye zorlar. Bunun sahası da rekabettir. Fakat aşk tam da bu bireycilikle çelişen bir duygu durumu. Çünkü özne-özne ilişkisinin rekabet kaldırmaz bir biçimi ve kaçınılmaz olarak iki kişi istiyor gerçekleşmesi için. İki kişi arasında aşkın bir bağ gerekiyor. Romantik mitlere yol açabiliyor bu da; bir “sonsuzluk varsayımı”na açılıyor bütün kapıları. Düşler........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein
Rachel Marsden