Dijital dünyanın psikolojik etkileri
Korona sürecinde görüntülü görüşmeler, dersler, süpervizyonlar ve danışmalar büyük ölçüde arttı. Yüz yüze derste veya konferansta, kendimizi o an nasıl görüneceğimizi ve nasıl bir etki yaratacağımızı hayal ederek provalar yaptık. Danışma sürecinde ise kendimizi fiziksel olarak görmez, iç gözümle nasıl algılandığımızı kurgularız. Ancak görüntülü aramalarda bu hayal kayboldu, çünkü biriyle konuşurken aynı anda sürekli kendimizi de görüyoruz. Hem kendini hem de karşıdakini aynı anda görmek, insanlık tarihinde yeni bir deneyim. İnsanın kendisini aynada görmesi gibi bir durum bu, ancak süreklilik arz ediyor. Bu da kişinin kendi görüntüsüne müdahale etme gereksinimini doğuruyor.
Fotojenik olmayanlara poz verme kursu
Sosyal medyada veya TikTok’ta insanların sürekli saçlarıyla, bıyıklarıyla oynaması, kazağının yakasını düzeltmesi gibi davranışlar bu yüzden ortaya çıkıyor. Fotoğraf çektirirken de benzer bir durum yaşanırdı: Kendimizi ayarlar, makyajımızı yapar, poz verirdik. Poz vermeden önce, nasıl göründüğümüz ile nasıl görünmek istediğimiz arasındaki farkı minimize etmeye çalışırdık. Fotoğrafçı da bu süreçte bizi yönlendirir ve ortaya çıkan sonuç, hayalimizle fotoğraf arasındaki mesafeyi belirlerdi. Fotoğrafın tabedilmesinden sonra yaşanan hayal kırıklığı, bu mesafeden kaynaklanırdı. Ancak görüntülü iletişimde durum farklı; burada sürekli bir poz verme hali söz konusu. İnsan kendisini sürekli görüyor ve dolayısıyla sürekli değiştiriyor, düzenliyor. İnsan, kendi hayatında hem kendisi hem seyircisi hem kameramanı (fotoğrafçısı), hem rejisörü hem de senaristi haline geliyor. Ancak bu kadar, yani gereğinden çok fazla kendisiyle yüzeysel bir beraberlik, insanı mutlu etmeyebiliyor. Narsizm, yüzeyle ve dış görünüşle ilgili bir odaklanmayı beraberinde getiriyor. Bu durum, iç dünyanın güzellikleri anlatılsa da asıl yoğunlaşmanın dış görünüşe kaymasına neden oluyor. Kendini sürekli izlemek ve değerlendirmek, bireyi derinlikten uzaklaştırıp yüzeysel bir varoluşa hapsediyor. Bu hem bireysel mutluluğu hem de anlam arayışını zedeleyen bir kısır döngü yaratıyor.
Bu süreç dikkat ve yoğunlaşmayı da dağıtıyor. Görüşme sırasında konuyla, karşı tarafın davranışlarıyla ve karşı aktarım duygularıyla ilgilenirken bir yandan da ötekinde bıraktığım intiba (aktarım) üzerinde düşünüyorum. Kendime sürekli bakmam, görünüşümle daha fazla ilgilenmeme ve karşı tarafa güzel görünme hevesimin artmasına neden oluyor. Bu durum sıkıcı ve narsistik bir döngü yaratıyor: Saatlerce kendime bakıyor, “Bana baksınlar ve beğensinler” narsizmiyle “Kendimi nasıl beğenirim?” narsizmini aynı anda yaşıyorum.
Eğer bu görüşme psikolojik veya mesleki bir görüşmeyse, işim insanın iç dünyasına bakmak, görünmeyeni görmeye çalışmaktır. Ancak görüntülü görüşmelerde dış görünüm ön plana çıkıyor. Görme, dış dünyaya ve yüzeye hapsediliyor. İç gözle görmek ya da derinlere bakmak zorlaşıyor. Bu yüzden terapötik görüşmelerde, kısa bir merhabalaşmanın ardından kamerayı kapatarak konuşmak, terapötik konulara yoğunlaşmak için kaçınılmaz hale geliyor.
Yaşadığımız, reel olan gösterilemeyecek durumdaysa, poz verilir. Poz, gerçeğin örtülmesi, süslenmesi veya seçilmiş bir kısmının sunulmasıdır. Bu hem bireyin kendisini koruma hem de başkalarına istediği bir imajı gösterme çabasının bir sonucudur. Reel olanın gösterilememesi ya mahremiyetten ya da kabul görmeyeceği endişesinden kaynaklanabilir. Bu durumda poz, gerçeği saklamanın ya da yeniden şekillendirmenin bir aracı haline gelir.
Poz vermek, bütünlüğü gizlemek ve yalnızca seçilmiş, işlenmiş yanları görünür kılmak demektir. Melanie Klein’ın kuramsallaştırdığı bir olgu vardır: Bebek, anneyi bir bütün olarak algılamaz. Poz vermek de bu durumu yansıtır; bütünü göstermek yerine onu bir görsel fragmana indirger. Görüşmelerde de görünüşümüze, yüzümüze, kaşımıza daha fazla özen gösteriyoruz. Saatlerce kendi yüzümüze bakmak, yüzümüzü eksik görme ve düzeltme ihtiyacını artırıyor. İnsanlar, göstermedikleri yerlere botoks yaptırmaz; gösterdikleri yerlerle daha çok ilgilenirler. Görüntülü görüşmelerde bu durum yoğunlaşır. Örneğin, sadece saç dökülmesini fark eden biri saatlerce saçını izler; kaşları düzensiz olan biri saatlerce kaşlarına bakar. Gün içinde birkaç kez yüzleştiğimiz yüzümüz, görüntülü görüşmelerde saatlerce izlediğimiz ve hem kendi hem de karşı tarafın perspektifinden gördüğümüz bir nesneye dönüşür.
Sadece yüzün göründüğü sosyal medyada, yüzü ilginçleştirme çabası baş gösteriyor. Bu yüzden pek çok insanın kendini deforme ettiği, çizgi film figürlerine dönüştürdüğünü görüyoruz. Kişinin kendisini ve “kusurlarını” saatlerce izlemesi, bir iç baskı yaratıyor. Dikkati başka........
© Artı Gerçek
