Bastırılan duygular
İntikam yalnızca bir davranış değil, aynı zamanda duygulanımsal ve normatif bir deneyimdir. Fabian Bernhardt’a (Rache. Über einen blinden Fleck der Moderne, 2021) göre intikam arzusunu harekete geçiren asıl unsur, salt yapılan eylem değil, kişinin yaşadığı acı ve adaletsizlik duygusudur. Bu bağlamda intikam, sadece şiddete dayalı bir karşılık değil; aynı zamanda geçmişin anlamlandırılması, bir yaralanmanın dile gelmesi ve bir normatif düzenin yeniden kurulması girişimidir. Modernitenin “soğukkanlı adalet” ideali bu boyutu bastırır. Ancak bastırılan, geri döner – hem bireysel hafızada hem de toplumsal hayal gücünde.
İntikam, her zaman geçmişe dönüktür. Bir ilk eyleme tepki olarak gelişir ve ancak zaman farkıyla anlam kazanır. Hemen gerçekleşen bir karşılık “meşru müdafaa” olabilir; ancak intikam, bu zamansal gecikmeyle belirlenir. Bu gecikme, aynı zamanda bir anlamlandırma sürecidir: Olan biten yeniden değerlendirilir, hatırlanır, içselleştirilir ve bir karşılığa dönüştürülür. Bernhardt, Nietzsche’nin şu sözünü hatırlatır: “İnsan, hafızasında tutmak için yakar; yalnızca acı vermeye devam eden şey hatırda kalır.” Bu ifade, intikamın hafızayla nasıl iç içe geçtiğini çarpıcı biçimde özetler. Yaralanma, hatırlanmadıkça intikam da mümkün değildir. Bu nedenle intikam, travmanın bellekteki karşılığıdır.
Cezalandırma Tiyatrosu: Failin Teşhiri
Modern hukuk devleti, görünüşte bireysel cezalandırmayı reddeder; intikamı ilkel, ölçüsüz ve duygusal bir tepki olarak tanımlar. Bu nedenle hukuk, intikamı dışlayarak kendini rasyonellik, tarafsızlık ve evrensellik ilkeleri üzerine inşa eder. Ancak Bernhardt’a göre bu dışlama yalnızca ideolojik değil, aynı zamanda bastırmaya dayalı bir düzendir. Çünkü hukuk, intikamı bastırırken onun simgesel biçimlerini üretmeye devam eder. İntikam yasa dışı hâle gelir, ama cezalandırma sistemi hâlâ intikamın yapısal izlerini taşır. Böylece intikam, hukukun bastırılmış ötekisi olarak, gövdesine gömülmüş hâlde yaşar. Aydınlanma düşüncesi, cezayı “duygudan arındırılmış” bir yaptırım olarak yeniden tanımlar. Michel Foucault’nun Überwachen und Bestrafen’da gösterdiği gibi, önceki dönemlerde infazlar, egemenin gücünü göstermek için halkın önünde sahnelenen “kralın intikamı” idi. Ancak modern ceza sisteminde bu sahne kapanır; onun yerine hapishane gelir. Bernhardt’a göre bu dönüşümün ardında bir hayal vardır: affekt içermeyen, yalnızca mantıksal ilkelere dayanan cezalandırma. Bu, modern hukuk ideolojisinin temel mitidir. Ancak ne ceza duygulardan bütünüyle arındırılabilir ne de yargı süreci tamamen nesnel olabilir. Zira cezalandırma eylemi, failin “hak ettiği” düşüncesine dayanır – bu da esasen normatif bir duygudur.
Modern mahkeme salonları, görünürde soğuk, tarafsız mekânlardır. Ancak bu mekânlar, Bernhardt’a göre, bastırılmış intikam duygusunun estetik bir temsiline dönüşür. Failin teşhiri, suçun dile getirilmesi, tanıkların dinlenmesi ve nihayet hüküm – tüm bunlar bir tür “düzenlenmiş intikam tiyatrosu”dur. Bu yapı, adaletin simgesel işlevini gösterir: Suçun toplumsal düzende açtığı yarayı “dengeli” bir biçimde kapatma arzusu. Ancak bu denge, geçmişin şiddetini şimdiye taşıyan bir formda işler. Ceza, failin kişiliğine değil, işlediği eylemin toplumda uyandırdığı duyguya yanıt verir. Böylece duygusal olan dışlanmaz; yalnızca biçim değiştirmiş olur.
Modernitenin “ceza ≠ intikam” varsayımı, ölüm cezası gibi uç örneklerde açıkça sarsılır. Bernhardt, günümüzde dahi ölüm cezasının pek çok kişi tarafından bir tür meşru intikam olarak yorumlandığını vurgular. Bu örnek, hukukun sınırlarında intikamın nasıl geri döndüğünü gösterir. Ölüm cezası, intikam ile cezanın ayrımını bulanıklaştırır; zira burada amaç yalnızca cezalandırmak değil, simgesel bir denge kurmaktır. Suçun “kapatılması”, toplumun hafızasında bir noktanın sabitlenmesi, ancak bir sonlandırma eylemiyle mümkün görülür – bu ise, doğrudan intikamın yapısal mantığına geri dönüştür.
Freud’un bastırma teorisinden ilhamla söyleyebiliriz: Bastırılan geri döner. Hukuk, intikamı dışlayarak bastırır; ancak bu bastırma, onu etkisizleştirmez. Aksine, intikam artık simgesel formlarda, estetik temsillerde ve hatta hukuk sisteminin kendisinde dolaşır. Bernhardt bu durumu şu şekilde ifade eder: “Adalet, daima bir hatırlama ve yerini buldurma meselesidir.” Yani ceza, yalnızca suçun karşılığı değil; aynı zamanda bir geçmişin temsilidir. Böylece mahkeme yalnızca rasyonel bir karar mekânı değil, kolektif bir yas alanına da dönüşür.
İntikam, Anlatı ve Hafızanın Zamansal Yapısı
İntikam yalnızca geçmişin yankısı değil, aynı zamanda zamanın bükülmesi, hafızanın yapılandırılması ve kimliğin yeniden kurulduğu bir anlatı formudur. Bernhardt’a göre, intikam her zaman bir yarayı, bir travmayı veya bir aşağılanmayı temel alır. Ancak bu olay, yalnızca gerçekleştiği anda değil, hatırlandığı, anlamlandırıldığı ve yeniden anlatıldığı sürece etkili olur. Bu nedenle intikam, yalnızca bir eylem değil, bir anlatı stratejisi ve zamansal bir yeniden çerçeveleme girişimidir.
İntikam, zamansal olarak asla bir başlangıç eylemi değildir. Her zaman “ikinci” bir eylemdir – bir tepki, bir cevap, bir rövanştır. Ancak bu tepki, yalnızca geçmişteki olayla değil, şimdiki özneyle ve geleceğe yönelik bir adalet beklentisiyle de bağlantılıdır. Bernhardt bu durumu şöyle özetler: “İntikam geçmişi geri çağırır, onu yeniden yaşar ve geleceği geçmişin terazisinde tartar.” Bu yapı doğrusal zaman fikrini bozar. Zira intikamda şimdi, geçmişin belirlediği bir zamandır; gelecek ise geçmişteki dengesizliğin telafisi olarak kurulur. Bu anlamda intikam, zamanın düz çizgisini kırar, onu dairesel ya da spiral bir yapıya dönüştürür.
İntikam yalnızca hafızaya bağlı değildir; aynı zamanda hafızanın normatif gücünü de içerir. Yaralanmış özne, yalnızca geçmişte bir acı yaşadığını hatırlamaz; bu acının tanınmasını, telafi edilmesini, “yerine getirilmesini” de talep eder. Bu noktada Ricœur’ün “hatırlamak adalettir” fikriyle Bernhardt’ın “intikam meşruluğunu hafızadan alır” fikri kesişir. İntikam, yaşanmış bir travmanın unutulmaması gerektiğine dair sessiz bir iddiadır. Bu iddia, yalnızca bir duygusal tepki değil, aynı zamanda bir etik çağrıdır. İntikam her zaman anlatı yoluyla işler. Yaralanma anlatıldığında, travma ifade edilmiş, kurbanın sesi duyulmuş, bir anlam çerçevesi kurulmuş olur. Bu anlatı hem bireysel kimliği onarır hem de kolektif hafızayı şekillendirir. Her intikam hikâyesi, aynı zamanda bir travma hikâyesidir. Ancak bu hikâyeler yalnızca acının ifadesi değil, aynı zamanda eylemin meşrulaştırılması için kurulmuş yapılardır. İntikam, geçmişin sadece aktarılması değil; onun yeniden yazılması, yeniden yapılandırılmasıdır. Böylece eylem, anlatı yoluyla anlam kazanır.
İntikam anlatılarında özne sabit değildir. Maskeler, kimlik değişimleri, semboller bu anlatının temel öğeleridir. Achilles, intikamını açıkça alan kahramandır; Batman ise maskenin ardında hareket eden ve kimliğini gizleyen figürdür. Bu iki figür, modern öznenin bölünmüşlüğünü temsil eder: bir yanda görünürlük ve doğrudanlık, diğer yanda gizlenme ve strateji.
Aile İçi İntikamlar
İntikam, insan yaşamında en yoğun hissedilen duygulardan biridir. Kişinin kendisine yapılan bir haksızlığa karşılık verme arzusudur. Ancak bu haksızlık her zaman gerçek olmayabilir; bazen yalnızca bir algıdan, yanlış anlaşılmadan ya da içsel bir kıyaslamadan da doğabilir. İntikamı cezadan ayıran temel fark, onun yoğun bir duygusal yüke sahip olmasıdır: öfke, kırgınlık, fanteziler, planlamalar… Oysa ceza, ideal anlamda, duygudan arınmış olmalıdır. Modern hukuk sistemleri, bu ayrımı korumaya çalışır. Hâkim, sanığa karşı kişisel bir kızgınlık duymaz; kararında sempati ya da antipati değil, yasalar ve deliller belirleyici olur. En azından hukuk, kendisini bu tarafsızlık idealiyle tanımlar.
Ancak insanlar arası ilişkilerde bu ayrım çoğu zaman bulanıklaşır. Özellikle aile içinde… Her çocuğun içinde bir yerlerde şu sorular yankılanır: “Annem babam kardeşimi mi daha çok seviyor?”, “Neden onun yemeği daha güzel görünüyor?”, “Neden onunla daha çok vakit geçiriyorlar?” Bu tür düşünceler, çoğu zaman somut bir adaletsizlikten değil, öznel bir eşitsizlik algısından doğar.
Psikanaliz ve Görmezden Gelinen Bir Duygu: İntikam
Psikanalizin intikam konusunu yeterince ele almamış olmasını şaşırtıcı buluyorum. Bu kadar yoğun yaşanan ve neredeyse herkesin tanıdığı bir duygunun psikoanalitik kuramda adeta görmezden gelinmesi düşündürücüdür. Meslektaşlarım neden bu konudan çekiniyor? Belki de intikamın barındırdığı yıkıcılık, öfke, suçluluk ve haset gibi güçlü duygularla yüzleşmek, psikanalistler için dahi tehdit edici olabilir. Oysa bu konu üzerine düşünmek, klinik pratikte de kuramsal çerçevede de son derece gereklidir. İntikam, erken çocuklukta gözlemlenebilecek kadar temel bir duygudur.........
© Artı Gerçek
