Siyaseti hakikate davet edelim mi?
Türkiye’de siyaset artık toplumun sorunlarını çözmek yerine kendi etrafında dönüp duran, eskilerin deyimiyle bir fasit daireye sıkışmış durumda. Her sabah başka bir kriz, her akşam başka bir polemik… Ertesi gün kaldığımız yerden başka gündem, kriz ve kaoslarla aynen devam ediyoruz. Bu hareketli gibi görünen faydasız kısır tempo siyasetçilerin enerjisini belki diri tutuyor; ama yurttaşın enerjisini tüketiyor. Zira akıp giden, ziyan edilmiş hayatlarımızın gündemi, gerçekleri çok başka! Tam takır kuru bakır mutfaklar, yüksek kiralar, fahiş fiyatlar, barınma krizi, nitelikli eğitim-sağlık hizmetlerine erişmekte zorluklar, işsizlik, eşitsizlik, adaletsizlik…
Çağımızın önde gelen siyaset bilimci-kuramcılarından Chantal Mouffe, demokrasinin çatışmadan değil, çatışmayı doğru zeminde yönetmekten beslendiğini söyler. Yani demokrasinin özü, esası rakibini düşmanlaştırmadan, makul bir “hasım” olarak kabul edip toplumun faydasını gözeterek tartışmayı, çatışmayı, yarışmayı gerektirir. Oysa bizde siyaset dili ve izlediğimiz tutumlar bu ölçütü çoktan aştı. Karşıtının politik yerini gayrimeşru ilan etmek, onun yurttaşlık kimliğini sorgulanabilir bir zemine çekerek düşmanlaştırmak, ötekileştirmek, küçümsemek… Bu durumda modern siyaset bütün gayesini, misyonunu yitirerek ortak yaşamı kuran bir alan olmaktan çıkıyor. Çatışmalar üretken bir tartışmaya dönüşmek yerine,........
© Anayurt
