Sardunyalar gibiyiz biz hem kırılgan hem güçlü
Sardunyalar Güneşe Bayılır, Başak Arslan'ın ilk öykü kitabı. Öykülerini Notos, Trendeki Yabancı, Öykü Gazetesi, Lacivert, Parşömen, Masa, Altzine, Oggito, Sin Edebiyat, Öykülem, Kitap Eki, Koza ve Çıvgın gibi dergilerde okuduğumuz Başak Arslan'ın ilk kitabında on dört eser var.
Tramboline zıpladıkça gerginliğini, tıkanmışlığını tolere etmeye çalışan bir kadının ruh halini anlatan "Olumlama Seansları" adlı öykü ile açılıyor Sardunyalar Güneşe Bayılır.
Öyküden öyküye yol aldıkça, evliliklerine, evlerine, ailelerine ve toplumlarına hapsedilmiş, acılarını ve umutsuzluklarını kendilerince yaşayan küçüklü büyüklü kadınlarla karşılaşıyoruz.
"Kuguyruguk"ta Sübhaneke'yi ezberleyememenin iç sıkıntısı savuşturmaya çalışan Meryem'den, bir otel odasında bir anda kocası tarafından terk edilen tatilci kadına kadar iyi yazılıp kurgulanmış, iyi yazılmış güçlü karakterler bunlar.
Başak Arslan sade ve duru olduğu kadar içtenlikli üslubuyla da dikkat çekiyor. O sadeliğin içine işlediği duyguları, güçlü kılmayı başaran şey ise yazarın 'kadın'a dair hissettiği ve hissettirdiği inanç.
Arslan ile söyleşimde hem ilk öykü kitabını hem de Türkiye'de kadın olmanın ne anlama geldiğini konuştum.
ASLINDA GAZETECİ OLMAK İSTERDİM
Öncelikle sizi tanıyalım... Eğitim Fakültesi'nden İşletme Yönetimi yüksek lisansına oradan Türkçe öğretmenliğine farklı bir kariyer çizginiz var. Bu rota rastlantılarla mı çizildi, bilinçli tercihlerle mi?
Bu ülkede uzun vadeli planlar yapmak pek mümkün olmuyor. Hayat, çoğu zaman insanın planladığı değil, karşısına çıkan yollarla şekilleniyor. Ben aslında gazeteci olmak isterdim. Babam gazeteciydi. İşten dönerken getirdiği gazetelere, dergilere özenirdim. O dünyaya ait olmayı çok isterdim. Yazıya, kelimelere olan ilgim de belki o yıllardan kalmadır. Ama sınav sistemi, tercih döneminde yaşanan belirsizlikler derken kendimi Eğitim Fakültesi’nde buldum. İlk başta planlı bir tercih değildi ama zamanla yerini buldu. Öğretmenlik benim için sadece bir meslek değil, bir tutkuya dönüştü.
Bir sanatçı, şehriyle kendine özgü bir iletişim kurar ve bu ilişki giderek yoğunlaşır. Sonradan gelen biri olarak İstanbul'la aranız nasıl?
Evet doğru. Ankara’da doğdum, üniversiteyi de orada okudum. İstanbul’a tayinim çıktığında ilk zamanlar oldukça zorlandım. Bu şehir hem çok büyük hem çok hareketliydi. Her köşesinde ayrı bir telaş, ayrı bir hikâye vardı. Alışmam zaman aldı. Zaman içinde İstanbul’un kaotik güzelliğini, sokaklarının, denizinin ve insanlarının sunduğu o benzersiz enerjiyi sevmeye başladım. Şimdi geriye dönüp baktığımda bu şehirle kurduğum bağın çok derin ve kişisel bir hale geldiğini görüyorum. İstanbul, bana hem sabrı hem de değişimin güzelliğini öğretti.
OKUMA İŞİ UZUN BİR YOLCULUK
Eğitimci tarafınıza yönelteyim bu soruyu; Yeni kuşakların sahiden de okumayla arası kötü mü?
Günün gençleri, kitapla bağını tamamen koparmış değil fakat tercihleri önceki kuşaklara göre oldukça farklı. Teknolojinin ve dijital dünyanın etkisiyle gençler daha hızlı ve kolay ulaşabilecekleri içeriklere yöneliyorlar. Wattpad gibi platformlar, mizah içerikli kitaplar ya da futbolcuların hayat hikâyeleri gençlerin ilgisini çekiyor. Derinlikli edebiyat eserlerine ise hâlâ mesafeli duruyorlar. Ama ben bu durumu umutsuzlukla karşılamıyorum. Çünkü okuma alışkanlığı bir yolculuk, herkes aynı yerden başlamıyor. Ben de okumaya önce dergilerle başladım, zamanla ilgim daha nitelikli eserlere yöneldi. Bugünün gençlerinin de zamanla okuma zevklerinin değişeceğine inanıyorum. Önemli olan, kitapların hayatlarında bir yer edinmesi. Geri kalan her şey zamanla oluşuyor zaten.
KİTABIMIN ORTAK SESİ!
Sardunyalar Güneşe Bayılır'ın neredeyse tüm kahramanları kadın. bu bilinçli bir tercih miydi?
Baştan bir tema ya da........
© 9 Eylül Gazetesi
