menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Dünyayı etik değil, finans ve teknoloji politikaları belirliyor

7 5
03.02.2025

Küresel düzeni belirleyen, insan hakları ya da etik değerler değil, doğrudan finans-politik ve teknoloji politikaları. Türkiye ne yapmalı?

Doğru ya da yanlış tartışmasına girmeden yukarıdaki başlığın günümüzde ve önümüzdeki dönemde çıplak bir gerçek olduğunun, ona göre ülkelerin, şirketlerin ve bireylerin gelecek adımlarını belirlemeleri gereğinin altını çizmek istiyorum.

Dünya, insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Bu değişimin merkezinde ekonomik güç kaymalarından teknolojik devrimlere, finansal sistemlerin yeniden şekillenmesinden jeopolitik mücadelelere kadar pek çok dinamik yer alıyor. Artık sadece güçlü ekonomiler ve ordular değil, veri, inovasyon ve stratejik akıl sahibi olanlar ayakta kalabiliyor.

Elbette hepimiz insanı değerlerin, adalet, demokrasi ve özgürlüklerin her şeyin önünde gelmesini istiyoruz, bu amaçla çalışmaya hazırız. Gündemi izlerken medya, kamuoyu ve birçok politikacının hala etik değerleri, insan haklarını, demokrasiyi ve özgürlüğü dünyayı yönlendiren temel unsurlar olarak görmeye devam ettiğini, bu doğrultuda pozisyon geliştirdiklerini görüyoruz.

Doğrusu, naif olduğumu bile bile, aynı değerleri savunuyor, aynı güzergah üzerinde yol almaya çalışıyorum.

Bu kavramlar, neredeyse bir nevi kutsal değerler gibi tüm küresel sahnede, ulusal politikada, kahvelerde, rakı ya da şarap sohbetlerinde sürekli dile getiriliyor, savaşlarda milyonlar katledilirken, açlık ve susuzluktan, enerji yoksunluğundan dünyanın önemli bir kısmı hâlâ muştarıp iken.

Ancak karşı karşıya olduğumuz gerçek, ne yazık ki bu yüzeysel algının çok ötesinde ve rahatsız edici. Çünkü küresel düzeni belirleyen, insan hakları ya da etik değerler değil, doğrudan finans-politik ve teknoloji politikaları. Elbette ki bunun üzeri çoğu zaman değerler maskesi ile örtülüyor ki kabulü kolay olsun.

İster beğenelim ister yerin dibine batıralım, dünya sistemi bugün bu iki temel unsurun derin işbirliğinde şekilleniyor. Hayatlarımızı bugün onlar belirliyor, gelecekte de kuşkunuz olmasın onlar belirlemeye devam edecek.

Günümüzün küresel dünyasında finans, yalnızca ekonomiyle sınırlı kalmıyor; finans ve politika, Cumhur Doğan’ın deyişiyle, birbirini besleyen kardeşler olarak karşımıza çıkıyor. Modern siyasetin her yönü, finansal yapılar ile politika arasındaki karşılıklı bağımlılıklar tarafından şekilleniyor. Süper güçler, sadece askeri veya diplomatik hamlelerle değil, finansal ve teknolojik güçleriyle de dünya üzerindeki hakimiyetlerini sürdürüyorlar.

Etik değerler ve uluslararası anlaşmalar, artık manzaranın yalnızca görünen kısmı. Gerçek işin mutfağı, Washington’daki finans merkezlerinde, Wall Street’te, Londra borsalarında ve Silicon Valley’deki teknoloji devlerinin ofislerinde dönüyor. Küresel ekonominin rotasını çizen sadece politikalar değil; bu politika ve finans ikilisi birbirini besleyerek, ülke ve dünya siyaseti üzerinde derin etkiler yaratıyor.

Örneğin, ABD’nin küresel hegemonya kurmasının en büyük nedenlerinden biri, hepimiz biliyoruz ki, doları dünya rezerv para birimi olarak kullanması. Bu güç, yalnızca askeri değil, aynı zamanda finansal etkiyle de pekiştiriliyor.

Yeniden seçilen Trump’ın, Amerika’nın uluslararası hegemonyasını yeniden inşa etmek için yoğunlaştığı alanlardan biri de doların uluslararası gücünü korumak ve güçlendirmek. Komşuları Meksika ve Kanada, müttefikleri Avrupa Birliği ve rakibi Çin’e yönelik uyguladığı yaptırımlar, doğrudan askeri müdahaleden çok, finansal ve ticari araçlarla, teknoloji yaptırımlarıyla gerçekleştiriliyor.

ABD’nin dolar hegemonyası, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir silah olarak da kullanılıyor. SWİFT sistemi ve ekonomik yaptırımlar, stratejik çıkarlarını koruma araçları haline geldi.

Çin’in dijital yuan ile başlattığı finansal devrim, Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilere alternatif bir yol sunuyor. Türkiye’nin Merkez Bankası’nın dijital Türk Lirası projesi, bu bağlamda hızlandırılmalı ve bölgesel ödeme sistemlerinde öncü bir rol üstlenmelidir. Türkiye’nin dış borcunun GSYH’ye oranının yüzde 43 seviyesinde olması, ekonomik kırılganlığı artırarak dış baskılara açık hale getiriyor.

Bu durum, dünya siyasetinin artık Pentagon’da değil, Washington’daki finans merkezlerinde şekillendiğini gösteriyor. Pekin’i de bu denkleme dahil etmek, artan ölçüde önem kazanmaktadır.

Hep söylüyorum, önümüzdeki onyılları Çin ile ABD arasındaki küresel rekabet........

© yetkinreport.com