menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İki tatsız tahmin: ufukta seçim ekonomisi var, yapısal reformlar yok

30 1
07.07.2025

Enflasyonla mücadele programı beklentilerin gerisinde kalırken iki tatsız tahmin: ufukta seçim ekonomisi var ama yapısal reformlar yok. Arşiv fotoğrafında, soldan sağa, Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz ve Ticaret Bakanı Bolat program hakkında açıklamalarda bulunuyor.

Son aylarda yaşadığımız baş döndürücü gelişmeler Türkiye ekonomisi açısından şu iki noktayı ön plana çıkarıyor.
Birincisi, 19 Mart ve izleyen günlerde olan bitenler, önümüzdeki seçimin ne kadar yaşamsal addedildiğini gösteriyor. Hayat memat meselesi adeta. Dolayısıyla, mevcut (eksik) ekonomi programının ömrü büyük ihtimalle 2027’nin başlarında biter. O da o zamana kadar giderek artan şikâyetlere dayanabilirse. Yerine ‘seçim ekonomisi’ kod adlı yeni bir ekonomi programı gelir: Bol kredi, düşük faiz, cömert ücret artışları, artırılmayan enerji fiyatları falan…
İkincisi, böyle bir ortamda yapısal sorunlarını çözmeye yönelik adımların atılması söz konusu değil. Bırakın adım atılmasını, bunlara odaklanılıp tartıştırılması hayal ötesi. Oysa Türkiye’nin ekonomide yol ayrımında olduğunu gösteren o kadar çok emare var ki. Bunlardan oldukça kuvvetli biri geçenlerde açıklanan bir çalışmanın sonuçları sayesinde bir kez daha ortaya çıktı. TÜSİAD önemli bir makroekonomik endeks yayımlamaya başladı: ‘Maliyet bazlı rekabet gücü endeksi’.

Ara malı, enerji, iş gücü ve finansman maliyetleri başlığı altında toplanan dört ana kalemden oluşan endeks, 2022’nin başlarından bu yana rakiplerine kıyasla Türkiye’nin rekabet gücünde önemli bir azalma olduğuna işaret ediyor. Bu yılın ilk çeyreğinde bir yıl öncesinin aynı çeyreğine kıyasla rekabet gücümüzde yüzde 8,9 düşüş var. Bunun 3,2 puanı rakiplerimize kıyasla işgücü maliyetindeki artıştan kaynaklanıyor.
Ülkemizde çalışanların yarıya yakını asgari ücret alıyor. Ezici bir çoğunluk ise asgari ücretin biraz altında, asgari ücret düzeyinde ya da onun biraz üzerinde gelir elde ediyor. Oysa Türk-İş hesaplarına göre asgari ücret Haziran 2025’te dört kişilik ailenin açlık sınırının yüzde 84,6’sı, yoksulluk sınırının ise ancak yüzde 26’sı.
Yayımlanmaya başlanan endeksin bir de işgücü verimliliği dikkate alınarak hesaplanan biçimi var. Rakip ülkelerin işgücü verimliliği düzeyine kıyasla Türkiye’nin işgücü verimliliği artarsa maliyet bazlı endeksle ölçülen rekabet kaybının bir kısmının geri alınması mümkün olur. Tersi durumda daha fazla rekabet kaybı yaşanır. 2015-2025 döneminde verimlilik ters yönde çalışmış.

Rakiplere kıyasla verimliliğimiz kötüleşmiş ve rekabet gücümüzü biraz daha aşağıya çekmiş.
Kıssadan hisse şu: Türkiye artık bir yol ayrımında. Belirgin biçimde verimliliğini artırmadan gidebileceği yer, açlık sınırının altında asgari ücret veren bir ülke olmaktan öte değil. Verimlilik ise ‘art’ denilince ya da yeni bir itirafçının “verimlilik artırıcı yöntemlerin aslında bilindiğini ama malum çevrelerin/belediyelerin/partilerin bunların açıklanmasını ve uygulanmasını engellediğini” ifşa etmesi ile artmıyor. Çok güçlü bir sanayi politikası gerektiriyor.
Az önce belirttiğim ikinci nedenle, Türkiye’nin ne yazık ki bu tür bir yapısal reforma odaklanması mümkün görünmüyor. Görünmüyor ama yine Polyannacılık oynamaya yelteneyim. Başka mecralarda defalarca yazdığım ve söylediğim Türk ekonomisi için çözüm önerilerimi buraya da taşıyayım. Önce üç saptama yapalım.

Birinci saptama: Büyük çoğunluğun açlık sınırının altında gelir elde ettiği bir ülkede yaşayanların mutlu bireyler olması mümkün değil. Böyle gelişmiş bir ülke olamaz Türkiye. Daha yüksek ücret verebilen bir ülke haline dönüşmemiz gerekiyor.
İkinci saptama: Temeldeki sorunlar (yüksek ithal girdi kullanımı, yoğun döviz cinsinden borçlanma ve........

© yetkinreport.com