Bir 12 Eylül Yazısı
Her 12 Eylül bende bağırışlar, haykırmalar, çığlıklar arasında yaşanmışlıkları hatırlatıyor. Öylesine bir kaos ki, kavgalardan yorulan vatandaşın ülkenin genç kuşaklarına kulaklarını ve vicdanını kapattığı bir dönem!
Kavgaların sorumluluğunu bir avuç 15-25 yaş arasındaki gençliğe yamandığı, bugün dahi bitmeyen tuzaklardan kendini kurtarmayanların, dünün tuzaklarına düşenleri bir dönemin bütün günahlarını yüklediği bir tarih 12 Eylül 1980…
Yani 12 Eylül 1980; “çığlıklarımızın gömüldüğü toplu bir mezarlıktır”…
MHP ve Ülkü Ocakları yargılandı bu dönemde. MHP’liler ve Ülkücüler neler yaşadı? Buyurun anlatayım;
—Haydar al bunları emanete!
13 Ekim 1980’de Hatay Nokta Karakolu’na beni götüren sivil giyimli polis memurları karakoldakilere böyle hitap ediyordu.
19 Kasımda 1980’de tutuklanasıya kadar hep “Haydar” denilen kişilerce gözüm bağlı sorgulandık. Soru sorulmadı, sorgulandık!
“Anlat bakalım!” diyordu Haydar abi!
Ne anlatayım abi? Dediğimde tokat ve yumruklar patlıyordu yüzümüzde ve vücudumuzda. Konuşmamızı istiyorlardı. Ama konuşmamızı istedikleri konu, bir suçla ilgili olmalıydı!... ve biz o suçun bir yerinde bulunmalıydık! Yani kendimizi suçlamalıydık! Ya yapmalıydık, ya yapanları bilmeliydik! Yaptıklarımızı amacı ile birlikte anlatmalıydık!
1964 doğumluyum. 13–10-1980’de gözaltına alındım. 16 yaşındayım!
36 gün İzmir Emniyet Müdürlüğü siyasi şubede kaldım ve tutuklanarak Buca cezaevine konulduk. 36 gün gözaltındaydık yani. 90 gün kalıp salıverilen ve kapıda bir 90 gün daha süre başlatılarak gözaltına alınan çok arkadaşımız var. Aileleri gözaltına alınıp suç kabul ettirilen çok arkadaşımız var. Bu gözaltıların hesabı hukuk adına niye sorulmaz anlamıyorum hâlâ! 12 Eylül’de yapılan sistemli işkencenin en büyük delili bu gözaltı süreleridir. Ama hiçbir şekilde bu konu gündeme getirilememektedir.
Eli kalem tutan, bugünleri yazanların ve sinemaya aktaranların derdi hâlâ; “çatışmaların sorumlusu sensin, benim, şu, bu…” İşkencenin aslı ve delili bu gözaltı süreleridir. Sağcısıyla solcusuyla bu konu ıskalanmamalı, vurgulanmalıdır.
Cezaevinin ilk günü adli mahkûm denilen kişilerin yönetimindeki koğuşta geçti. Ancak sabah olunca anladık ki, koğuşta solcu tutuklularda var! Ne olduğunu aynı avluya çıktığımız karşı koğuştaki Bayram ağabey bize söyledi; “Karıştır barıştır diye bizleri adli mahkûmların gözetiminde bir araya getirdiler. Sizin koğuşta sadece siz varsınız ama 20 tane solcu var... Gece dikkatli olun!” dedi ve bir resim tablosu verdi. “Tablonun arka kapağını kaldırın şiş var! Saldırırlarsa hazırlıklı olun!” diye tembih etti!
Gece gözüme uyku girmedi. Her an birileri bizi boğazlayacak gibiydi. Daha sonra 2 gün içinde Balıkesir davasından tutuklanan arkadaşlarda gelesiye kadar çok uyuyamadım. Koğuşta 5 kişi olunca rahattık artık! Suç ve mahkeme aklımıza bile gelmeden, buradaki şartlarda hayatta kalabilmek daha önemli olduğunu düşünüyorduk.
Ne kadar, nasıl kalacağımızı, orada kalanların kaldığı süreleri öğrendiğimde acı acı düşünmeye başladım. 8 aydır orada kaldığını söyledi bir uyuşturucu kaçakçısı! Vay be burada 8 ay nasıl yaşanır şaşırdım. Sonra 1 senedir orada olduğunu söyleyeni takdir ettim…
Hele biri vardı, 7 sene deyince ALLAH diye daraldım. Bunca........
© Yeniçağ
