1 Mayıs’a giderken…
İşçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs’ı olağanüstü koşullarda karşılıyoruz. Aslında son yılların tüm 1 Mayıs’ları “olağanüstü” zamanlarda karşılandı. Öncesi bir yana 2013 yılından bu yana olup bitenleri düşündüğümüzde inişler ve çıkışlarla kendisini dünya-bölge ve içerdeki katmanlı kriz koşullarını yönetmek üzere süreklileşmiş biçimde tahkim eden bir kapitalist devlet gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu tahkimatın cisimleşmiş hali azami egemenlik arayışı ve merkezileşmede ifadesini bulan başkanlık sistemidir. Yasama-yürütme-yargı gücünün yürütme etkinin dahası onun içinde bir çekirdeğin hatta kişinin denetimine alındığı bu sisteme isim bulma tartışmaları devam ederken o kendi ismini adeta haykırmaya devam ediyor.
Bunun için tarihsel deneyimlere bakmak kâfi. Bu döneme dair bir alt çizme yapılacak olursa sanırım en isabetli kaynak Walter Benjamin olur. Daha doğrusu onun bir sözündeki uyarıcılık… Benjamin o döneme dair “Geçmişteki umut kıvılcımını körükleme yeteneğine sahip olacak yegâne tarihçi, düşman galip gelirse ölülerin bile güvende olmayacağını kati surette bilendir” der. Azami egemenlik arayışında sıranın karşısındaki burjuva muhalefet dinamiklerini, dahası devletin kurucu partisi CHP’ye geldiğini düşünecek olursak Benjamin’in sözündeki uyarıcı vurgunun anlamı daha somut hissedilir.
1 Mayıs’ı da bu rejim-devlet inşasındaki sıçramalı tahkimatla karşılıyoruz. Siyasal cephede olup bitenleri yaşayıp görüyoruz.
Bunun emek cephesindeki yansımaları da aynı ruhla içerili. İnşa edilen siyasal sistemin inşa edilmek istenen despotik, kuralsız, güvencesiz emek rejimiyle organik bir bütünlük oluşturduğunu söylemeye gerek yok.
Bu o kadar böyle ki, sendikal düzeyde örgütlenmeye çalışan işçilere yönelik düşmanlık bile yeterince çarpıcı. Sendikalaşan hemen tüm işyerlerinde işçi........
© Yeni Yaşam
