‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi 2.0’ ya da ‘Demokratik ve Toplumsal Cumhuriyet’
Devlet Bahçeli, “ülkücü akademisyen” Mümtazer Türköne’nin kendisine bahşettiği “Türk ve Kürt kimliğinin tam anlamıyla imtizaç edildiği bir ulus tanımı ve buna dayalı bir cumhuriyet inşası süreci”nin öncülüğü misyonunu yayımladığı 23 Nisan mesajıyla tahkir edici bir biçimde geri çevirdi.
Bahçeli, halen yürütülmekte olan İmralı “diyalogu”nun, “bütün dünyadaki modern ulus devletlerde olduğu gibi, tam anlamıyla anayasaya bağlı, kuvvetler ayrılığı prensibinin uygulandığı, yargının bağımsız olduğu, temel insan haklarının garanti altında olduğu, hukuk temelli bir iş birliğinin, uzlaşmanın ve ortaklaşmanın gerçekleştiği bir devlet düzenine geç[mekle]” ilişkilendirilmesinin önünü de sıkı sıkıya kapattı.
Bahçeli 23 Nisan Mesajı’nda “Nihayetinde Türk milliyetçiliğinin, millet ve vatan sevdasının millet iradesiyle buluşması, ayrılmamak üzere birleşmesi” olduğunu söylediği TBMM’nin “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle […] daha da etkinlik kazan[dığını], asıl fonksiyonuna tam olarak kavuş[tuğunu], denge ve denetleme vasfı[nın] tescillen[diğini]” vurguladı. “İlaveten kuvvetler ayrımı[nın] netleşmiş, kesinleşmiş [olduğuna]” da hükmetti.
Türköne, Bahçeli’nin kırıcı sözlerini üstüne alınmadığını söylese de “erken seçim” dahil, yakın, uzak birçok öngörüsünü dayandırdığı temel varsayımında ısrarını sürdürdü: “Çözüm Süreci yürümezse erken seçim kaçınılmaz olur” dedim. Hukuka dönülmezse Çözüm Süreci yürümez. Hala aynı görüşteyim.”
Oysa, Türköne’yi -büyük olasılıkla hiç istemediği halde- Bahçeli ile karşı karşıya getiren bu tespitin kendisi. Bahçeli de, Erdoğan da süre gitmekte olan temasları, “çözüm süreci” olarak nitelemekten stratejik bir yaklaşımla kararlı ve kasıtlı olarak kaçındılar ve kaçınıyorlar. Çünkü “çözüm süreci” kavramı, Kürt sorununun varlığını kabul etmek, eşit haklı diyalog zeminini tanımak anlamına geldiği için ne Erdoğan’ın hegemonik tahayyülüne ne de Bahçeli’nin ideolojik hattına sığıyor.
AKP 2013-15 döneminde de, MHP’nin yıkıcı eleştirileri sürerken, pratikte “çatışma çözümü” yaklaşımıyla hareket ediyor olsa bile bir “çözüm süreci”nden değil, “Milli birlik ve kardeşlik süreci”, “Demokratik açılım”, “İmralı görüşmeleri”, “Silahların bırakılması süreci”nden söz ede gelmişti.
Tarihsel bir sorunun çözümüne yönelik bir diyalogun kodu olarak “çözüm süreci” esasen Kürt hareketinin, ya da demokrasi güçlerinin dilinde anlam kazandı, bir hakikat ifadesi olarak işlev gördü ve hala görmeye devam ediyor.
İktidar açısındansa, 1 Ekim’den bu yana oluşan yeni ilişki zeminini “karakterize eden” esasen ve her şeyden önce -ve hatta yalnızca- PKK’nin “silah bırakması” ve “kendisini feshetmesi”nden ibaret. İktidar bu gelişmeyi “çözüm”le ilişkilendirmeme ve “çözüm” kavramına başvurmama konusunda 2013-15 döneminden çok daha istikrarlı ve ortaklaşa davranıyor.
Şu halde, iktidar açısından gündemde bir “çözüm süreci” yoksa, bu kavram neden dönüp dolaşıp Türköne’nin diline takılıyor? Bir nedeni, açmazın da burada olması. Bilinen sözdür: “Dil ağrıyan dişi kurcalar.”........
© Yeni Yaşam
