Özgürleşen kadın, özgürleşen toplumdur
Özgürleşen kadın, özgürleşen toplumdur. Özgürleşen toplum ise demokratik ulustur. Erkeğin rolünü tersine çevirmenin devrimci öneminden bahsettik. Bunun anlamı, kadına dayalı soy sürdürme ve kadına egemen olma yerine demokratik uluslaşmanın kendini özgücüyle sürdürmesi, bunun ideolojik ve örgütsel gücünü oluşturması ve kendi politik otoritesini egemen kılmasıdır
Ali Adalı
Canlı yaşamın her biriminin, üç temel fonksiyonu olduğunu bilmekteyiz. Bunlar; beslenme, varlığını koruma ve soyunu sürdürmedir. Sadece canlı yaşam dediğimiz biyolojik birimlerin değil, kendilerine göre canlılık işlevi olan her evrensel varoluşun, benzer fonksiyonları vardır. Bu temel fonksiyonlar, insanda farklı bir aşamaya gelir. İnsan toplumunda rasyonalite, öyle bir gelişim aşamasına varır ki, eğer oluruna bırakılırsa, diğer tüm canlıların varlığını sona erdirebilir. Biyolojik Evren belli bir eşikte durdurulursa, insan türünün sürdürülemezliği de kendiliğinden gerçekleşir. Bu, ciddi bir paradokstur. Daha şimdiden nüfusu yedi milyara varan insan türü, bu hızla çoğalmaya devam ederse, çok kısa bir süre sonra biyolojik eşik aşılır ve insan yaşamının sürdürülemezliği ortaya çıkar. Bu duruma yol açan, insan rasyonalitesidir. Dolayısıyla aynı rasyonalitenin biyolojik eşiğe varmadan, insanın aşırı çoğalmasını da durdurması gerekir. Varoluş ve çoğalma, garip bir olaydır. Doğanın Aklı diyebileceğimiz bir makine, hep dengeleyici rol oynayarak varoluş ve çoğalma arasındaki dengeyi sağlar. Fakat insan rasyonalitesi, ilk defa bu denge mekanizmasına karşı durur. Tanrılaşma kavramı da aslında bu rasyonaliteden doğmuştur. Tanrı, rasyonalitede sınır tanımayan insan demektir. İnsanın rasyonel özellikleri, tanrılar, dinler ve diğer yaratıcı sistem inşalarına yol açmıştır.
Tek hücreli canlının yok olmaya karşı kendini hemen bölüp çoğaltması, yaşamın sürekliliği açısından anlaşılırdır. İnsana kadar gelen her canlı birimin çoğalma güdüsü, sonsuz yaşam arzusunu ifade eder. Sonsuz yaşam arzusu, bilincine varılmamış bir arzudur; bilincine varma yeteneği de son derece sınırlıdır. Yaşam arzusunun bilincine varmanın gerekli olup olmaması ayrı bir tartışmadır. Fakat yaşam arzusunun bilincine varıldıktan sonra, soy sürdürmekle yaşamın anlamına varılamayacağı da anlaşılır. Bir kişinin de milyonlarca kişinin de yaşamı aynıdır. Çoğalma, yaşamı anlamlandırmadığı gibi ortaya çıkan bilinç gücünü de çarpıtabilir ve zayıflatabilir. Kendisi hakkında bilinç sahibi olmak, hiç şüphesiz evrende harika bir oluşumdur. Boşuna tanrısallık unvanı da yakıştırılmamıştır. Kendisi hakkında bilinç gücüne kavuştuktan sonra, insan için temel sorun, soy sürdürmek olamaz. Bilinçli insanın soy sürdürmesi, sadece dengeyi diğer tüm canlıların aleyhine bozmakla kalmıyor, insanın bilinç gücünü de tehlikeye atıyor. Özcesi, bilinçli insanın temel sorunu, soy sürdürmek olamaz. Doğa, insanda öyle bir aşamaya gelmiştir ki, kendi soyunu sürdürmemeyi bir sorun olmaktan çıkarmıştır. Denilebilir ki, her canlı gibi soy sürdürme güdüsü insanda da bakidir ve hep devam edecektir. Doğrudur ama bilinç gücüyle çelişkiye düşen bir güdüdür bu. Dolayısıyla bilince öncelik vermek kaçınılmaz olur. Eğer Evren, bilebildiğimiz kadarıyla kendisi hakkında ilk defa insanda en üst düzeyde kendini bilebilme gücüne erişmişse, bundan büyük bir heyecan duymak yani Evreni anlamak, belki de yaşamın gerçek anlamıdır. Bu da artık yaşam-ölüm döngüsünün aşıldığı anlamına gelir ki, bundan daha büyük coşku ve insana özgü bayram düşünülemez. Bu, bir nevi Nirvana’ya, Fenafillâh’a,........
© Yeni Yaşam
