Her Ulus-Devlet bir karşıdevrimdir
Demokratik Ulus, tarihe ve kültüre gerçek anlamını iade ederek kendini oluşturmaya çalışır. Saptırılmış ve kırıma uğratılmış tarih ve kültür, demokratik uluslaşmada âdeta Rönesans’ını yaşar. Zaten Avrupa’da Ortaçağdan çıkışta yaşanan Rönesans, Grek ve Roma tarih ve kültürünün yeniden canlanması veya doğuşu anlamına gelmekteydi
Ali Adalı
Kültür, dar anlamda toplumların geleneksel zihniyetini ve duygusal hâkikatini ifade eder. Din, felsefe, mitoloji, bilim ve çeşitli sanat alanları, dar anlamda bir toplumun kültürünü oluştururlar. Toplumun bir nevi ruhsal ve zihniyet durumunu yansıtırlar. Ulus-devlet veya devlet eliyle uluslar oluşturulurken, kültür dünyası, büyük bir çarpıtma ve kırıma uğratılır. Kapitalist Modernite, geleneği olduğu gibi bütün hâkikatiyle kabul etmez. Ondan işine geleni süzerek ve kendi çıkarları temelinde dönüşüme uğratarak alır. Kültürel tarih diye kendi damgasını vurup, toplumun ve bireyin önüne koyduğu, bambaşka bir şeydir; tarih adına tarihsizlik, kültür adına kültürsüzlüktür. Diğer bir deyişle tüm insanlık tarihini ve kültürünü, kapitalizmin çıkar gözlüğü ve güdüsüyle seçime tabi tutarak, yeni bir resim çizer gibi önümüze serer. Kapitalist Modernite ve onun en önemli unsuru olan ulus-devlet, bu anlamda muazzam bir geleneği, kültürü karartma ve çarpıtma hareketidir; hâkikat olarak tarihe ve kültüre büyük bir darbedir. Çünkü gerçekleştirdiği azami kâr ve sermaye birikimi kuralını başka türlü meşrulaştıramaz. Modernite ve ulus-devlet, tarih ve kültürü kendine göre yeniden inşa etmeden kendini gerçekleştiremez. Ortaya çıkan modernite ve ulus devlet gerçekliği, tarih ve kültürden farklı bir gerçeklik, hâkikat olarak farklı bir anlam ifade eder.
Demokratik Ulus, tarihe ve kültüre gerçek anlamını iade ederek kendini oluşturmaya çalışır. Saptırılmış ve kırıma uğratılmış tarih ve kültür, demokratik uluslaşmada âdeta Rönesans’ını yaşar. Zaten Avrupa’da Ortaçağdan çıkışta yaşanan Rönesans, Grek ve Roma tarih ve kültürünün yeniden canlanması veya doğuşu anlamına gelmekteydi. Daha sonra Avrupa’nın tüm ülkeleri ve kavimleri, İtalya örneğinden yola çıkarak kendi Rönesanslarını gerçekleştirip demokratik uluslaşmayı başardılar. Her halkın, kendi öz tarihi ve kültürüyle, Katolik evrenselliği aşarak yeniden buluşması ve kendini Demokratik Ulus olarak inşa etmesi anlamına gelmekteydi. Avrupa uluslaşmasında, başlangıçta tarih ve kültürden kaynaklanan unsurlar hâkimdi. Bu unsurlar da esas olarak halklar ve kavimlerin tarihi ve kültürüydü. Dolayısıyla oluşan uluslarda demokratik eğilim ağır basmaktaydı. Daha sonra burjuvazinin sınıf eğiliminin gelişmesi ve özellikle Fransız Devrimi’nde hegemonyasını kurması, demokratik ulus karakterini iktidar ve devletin damgasını taşıyan devlet-ulusuna dönüştürdü. Aslında başta büyük Fransız Devrimi olmak üzere bütün Avrupa devrimlerinde (buna gecikmeli de olsa Rus Devrimi de dahildir) yaşanan, Demokratik Ulusa ve Demokratik Ulus Devrimine karşı Ulus-Devlet Karşıdevrimiydi. Ulus-devlet, Avrupa halkları ve emekçilerinin........
© Yeni Yaşam
