menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Zürih’in çağrısı, Lozan'ın acısı ve o akşamın sırrı

60 13
18.04.2025

Geçtiğimiz hafta Almanya ve İsviçre'ye yaptığımız seyahatin Zürih, Lozan ve Montrö ayağını kaleme alan -bizimle birlikte olmadığı halde- arkadaşlarımızdan aldığı maddî ve görsel bilgilerle ustaca yazan MTO Azerbaycan temsilcimiz Vuqar Azizov kardeşimin çağlaya çağlaya akan nefis yazısıyla sizi başbaşa bırakıyorum.


***


Güneş, Alplerin ardından utangaç bir tebessümle süzülürken Zürih bizi karşıladı. Sessizliğin zarafetiyle konuşan bir şehir gibiydi; yüksek sesle bağırmadan, dikkat çekmeden, kendini fark ettiren… Mimarisinde sükûnetin, sokaklarında bir medeniyet terbiyesinin izleri vardı. Her taş, her yapı, geçmişin nezaketini fısıldıyordu. Sanki şehir değil de bir dua, bir yakarış hâlindeydi bu mekân.

Zürih’in kalbinden geçen Limmat nehri, adeta zamana şahitlik eden bir hikmet akıntısıydı. Gökyüzüyle konuşan kilise kuleleri, ama hepsinden daha derinde, bâtınî bir anlamla şehir, bizi bekliyordu. Burada bir yorgunluk yoktu. Burada, sanki tarih yorulmamıştı, insan kırılmamış, mekân incinmemişti. Tertemiz kaldırımları, su gibi berrak sokakları, nehirle hemhâl olmuş köprüleri ile şehir bize, “hoş geldiniz” dedi… ama başka bir lisanda… Kalbin diliyle…

Ve biz… Münih’ten Stuttgart’a, oradan Basel’e ve nihayet Zürih’e gelen bu medeniyet yolculuğunun son durağındaydık. Ama yolculuğun sonu değil, belki de asıl başlangıç noktasıydı burası. Çünkü o akşam, Zürih semalarında, belki yüzyıllardır yapılmayan bir şey yapıldı…

Yusuf Hoca, bu yüksek maneviyatlı akşamda, otelin sade ama anlamlı bir köşesinde oturdu. Işıklar loştu, zaman durmuştu sanki. Ve orada, dünyanın dört bir yanındaki talebelerine bağlandı. Bir ekran açıldı, lakin ekrandan daha büyük bir âlem açıldı bizlere: Fütuhat-ı Medeniye dersi… Sadece kelimeler değil, bir ruh, bir irfan, bir medeniyet nefesi yükseldi o akşam. Gözlerinde bir şehir okur gibi, Zürih’i, Avrupa’yı, insanı, geleceği, hilkati temaşa ediyordu.

Bir otel odasında başlayıp Zürih’in semasına yükselen o ders, gecenin içindeki sırra dönüştü. Fütuhat, artık sadece tarihî bir açılım değil, çağlar ötesinden gelen bir hatırlayış, bir silkiniş, bir ruh dirilişi oldu.

Zürih… Sadece bir şehir değilmiş meğer. Bazen bir şehir, bir kalbin açılması kadar büyük olurmuş. Ve bazen bir ders, tarihin yeniden kurulması kadar kıymetli… O gece, işte böyle bir geceydi. Sessiz, ama derin… Dingin, ama kudretli…


LOZAN'IN GÖLGESİNDE: TARİHİN YARASINA DOKUNMAK

Sabah erkendi. Zürih’in soğuk ve berrak sabahı, içimizdeki düşünceleri daha da diri kılmıştı. Sanki yola değil, bir tür iç muhasebeye çıkıyorduk. Arabaya bindiğimizde, Yusuf Hoca'nın gözleri uzak bir vadideki hatıralara takılmış gibiydi. Sessizdi. Ama o sessizlikte, kelimelerden daha fazla şey söylüyordu.

Yol, bizi Lozan’a getirdi.........

© Yeni Şafak