Sanatı mümkün kılan nefsî unsur: Heva ve heves
İnsan
bedeni
itibariyle halk,
ruhu
itibariyle emir alemindendir.
Bedeni, halk aleminden olan her nesne gibi zamanın tahribine, ruhu ise
el-Hayy
ismi şerifinin sürekli -diri ve hareketli tutan- etkisine tabidir.
Fakat ruha mekân olması bakımından beden de dirime ve harekete dahildir. Zira
el-Kayserî
’nin söyleyişle ruh bedene bedenin kendisiyle birlikte etki eder. Yani elde bir hareketin olabilmesi için önce elin olması, ruhun da elden o hareketi talep etmesi gerekir. Buna göre ruh
yöneten
, beden kendisinin katılımıyla
yönetilen
dir. Biz gündelik dilde bu ikisini ruh, heykel, suret, kim-lik, ferdiyet… olarak kapsayıcı tek bir kelimeyle ifade ediyoruz:
Nefs
İbn Arabî
, “Nefse ve ona düzen verene; ona kötü ve iyi olma yeteneklerini yerleştirene (yemin olsun ki)” ile “Hepsine, bunlara da ötekilere de rabbinin ihsanından kesintisiz veririz. Rabbinin ihsanı sınırlı değildir.” mealindeki ayetlerden (Şems, 91/7-8; İsrâ, 17/20) hareketle, Allah’ın nefsi, kendisine
ilham
edilen günah ve takvayı kabul eden bir mahal yaptığını; nefsin de günahı ve takva duygusunu ayırt ederek günahtan sakınabilme özelliğinde olduğunu ve takva duygusunu yüklendiğini söylemiş, “Nefs, sadece dince ister günah ister takva olsun fiilin ortaya çıkması için bir mahaldir. O halde nefs, bu iki hüküm arasındaki berzahtır.” demiştir. (Fütûhât-ı Mekkiyye, trc.: Ekrem Demirli, Litera)
Berzah
ı, beden ile ruhun müşterekliğine de yayarak insanın bizatihi zâhir ile bâtının berzahı olduğunu........
© Yeni Şafak
