Dünya görüşüm: Türkiye
En son 15 Temmuz’u takip eden günlerde hissetmiştim bu duyguyu. Uyumadan önce uzun uzun haberlere bakıyor, sosyal medyayı kontrol ediyor, bazen geceleri uyanıp aynı seremoniyi tekrarlıyor, sabah gözümü açar açmaz ilk işim haberleri kontrol etmek oluyordu. “Biz bu köpekleri kovduk kovmasına da acaba memleketin başına bir şey gelir mi yine de?” diye sora sora mecnuna dönmüştüm. Nasıl tanımlanır bu duydu bilmiyorum. Nazarımda Türkiye bir bebek, ben de bebeğinin çıkaracağı en küçük sese tepki verip ayaklanmaya hazır bir anneydim sanki. Tedirginlik dolu bir sevinçle kaplıydı yüreğim.
Aslan mücahitler tarafından Şam’ın fethedildiği haberi geldi geleli aynı tedirgin sevinçle geçiyor günlerim. Suriye ve Filistin dışında her gündem, her konu başlığı bana saçma gelmeye başladı. Geceleri yatmadan hemen önce “yeni bir şey oldu mu?” diye bakıyorum, sabah uyanır uyanmaz ilk işim “Suriye’de durum nedir acaba?” diye haberlere bakmak oluyor.
Bu kez tedirginliğim ikiye katlandı üstelik. Bir yandan Esed’i, İran’ı, Rusya’yı, Hizbullat’ı, bin türlü emperyalist katili ülkesinden kovan Suriye halkının başına “dışarıdan” bir çorap örülmesinden korkuyorum. Hamaney’in “Suriyeli gençler örgütlenmeli” falan diyerek Şiilere ve Nusayrilere yaptığı çağrıdan bu yüzden nefret ettim mesela. “Asla rahat vermeyeceğiz bu halka” demek bu çünkü. Allah korusun, yeni bir Rafizi hareketlenmenin sonuçları hem Sünniler hem de Şii ve Nusayriler için çok ama çok acı olur. Neredeyse 100 yıl sonra huzur ve barış içerisinde yaşama şansı bulan Suriye, tek bir ferdinden vazgeçmemelidir. Anlayacağınız, Şii Azeriler, üstelik haklı durumdayken çıkarları öyle gerektiriyor diye işgalci Ermenistan’a........
© Yeni Şafak
visit website