menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Vretça’da bağ budamak benim korkulu rüyamdı…”

7 3
21.03.2025

Zalihe YABABA/GAZEDDA

(Vretçalı Zalihe Yababa, Gazedda Kıbrıs’ta Vretça’dan hatıralarının ikinci bölümünü yazdı… Bizi alıp o dağ köyüne götürdü yeniden… Teşekkürlerimizle iktibas ediyoruz… S.U.)

Köyümüzün bazı evleri dağ taşlarından yapılmıştı, dış cepheleri sıvasızdı.

Evlerin içlerini dağ mermerleriyle döşerlerdi. O zamanlar evlerimizde ocaklık dediğimiz şöminemiz vardı. Bu şöminede hem yemek pişirir, hem de ısınırdık.

Çalışkan bir yapıya sahip olan köylülerimiz bağcılık, bahçecilik, çiftçilik ve hayvancılık yaparak kendi geçimlerini sağlıyorlardı.

Hayal meyal hatırladığım dedemin, öküzlerin çektiği döveni vardı. Bu dövenin alt kısmı taştandı ve üstü de tahtaydı. Buğdaylar burada ezilir ve samanından ayrılırdı. Bizi de ağırlık olması ve buğdayların daha kolay ezilmesi için bu tahtanın üzerine oturturdu. Biz bu tahtanın üzerinde dönerken etrafta olan ağaçların sanki bizimle birlikte döndüğünü görürdük.

Ben çok soğuk bir kış gününde doğdum. O yıl kış çok ağır geçti.

“DEPREMDE ENKAZ ALTINDA KALDIYDIM…”

Ben altı aylıkken köyümüzde çok şiddetli bir deprem oldu. O depremde bizim evimiz de yıkıldı. Ben yıkılan enkazın altında kaldım. O esnada avluda çamaşır yıkayan annem ben içeride kaldığım için çok korktu ve o korkudan dolayı hasta oldu. Makarios’un köyü Panaya’da olan hastahaneye yattı. Hastalığından dolayı da sütü kesildi. Beni annemin amcasının kızı rahmetlik olan Refiye abla emzirdi.

Geçmişte çocukları olan anneler başka çocukları da emzirirlerdi ve o çocuklar süt kardeş olurdu. Kural olarak da süt kardeşler evlendirilmezdi.

“BAĞ BUDAMAK KORKULU RÜYAMDI…”

Şubat tatillerinde karnemi aldıktan sonra eve giderdim. Babam “Hade bakalım hazır olun, bağ budamaya gideceğiz” derdi. Bağ budamak benim korkulu rüyamdı. Onun için ben kendimi hiçbir zaman hazır hissetmezdim. Ama mecburen bağ budamaya giderdim. Böyle işler yapmaya pek alışkın olmadığım ve küçük olduğum için avuçlarımın içi önce kabarır, sonra şişer ve su toplayıp patlardı ama biz yine de bağlarımızı budamaya devam ederdik. Ne avuçlarımızdaki yaralar, ne de yağan karlar ve yağmurlar bize bu işi yapmamıza engel değildi. Yani kısacası biz işten değil, iş bizden korkardı. Sonuç olarak da bahçemizden, bağımızın dalından topladığımız güzel meyveleri yiyerek mutlu olurduk.

“BAYRAMLAR ÇOK GÜZEL GEÇERDİ…”

Bizim köyümüzde bayramlarımız çok güzel geçerdi. Arife günü temizlikler yapılır, fırında çörekler pişirilirdi. Gece olunca annem avuçlarımıza kına yakar ve bağlardı. Yeni alınan elbiselerimizi yataklarımızın yanına asardık. Yeni ayakkabılarımızı da koynumuza alıp uyurduk. Bayram sabahı erken kalkar, bayramlık giysilerimizi giyer ve büyüklerimizin camiden çıkmasını beklerdik. Daha sonra, çocuklukta en büyük mutluluğumuz olan el öperek para toplardık. Gerçi o dönemde çok para verilmezdi ama biz yine de çok sevinirdik. Keşke yine çocuk olabilsek…

AVUKAT SÜLEYMAN ŞEVKET’İN ÖLÜMÜ…

Köyde yaşanan bir olaydan da bahsetmek istiyorum.

Köyümüzde komşumuz olan Mehmet efendi ve eşi Rahme hanımın anlattıklarını sizlerle bölüşmek istedim.

Mehmet efendinin mesleği öğretmenlikti ayrıca imamlık da yapıyordu ve köyün ileri gelen ailelerindendi.

Mehmet efendinin iki oğlu vardı: Bir oğlu, Ankara’da diş doktorluğu yapıyordu, diğer oğlu ise ülkemizin tanınmış avukatlarından olan Süleyman Şevket beydi.

Avukat Süleyman Limasol mahkemesinde gördüğü bir davayı insanlar şöyle anlatırdı. Bir zaman bir yerde bir Rum başka bir Rumu öldürmüştü. Avukat Şevket öldürülen Rumun Avukatlığını yapıyordu. Karşı taraf öldürülen adamın Avukat Şevket’in müvekili tarafından öldürüldüğünü iddia ediyordu. Delil olarak da olay yerinde........

© Yeni Düzen