AKEL, hakikat ve samimiyet
Affetmek veya affedebilmek hem gündelik hayatımızda hem da çatışmaların çözülmesinde çok kritik bir rol oynar. İnsanın geçmişten taşıdığı yükü hafifletir, böğrünü kavuran acılarına merhem olur. Affetmek her zaman için insanı şifalandırır.
Yakın Doğu Üniversite’sinde on yılı aşkın bir süredir verdiğim “Siyasal Uzlaşı” derslerinde öğrencilerimle birlikte Güney Afrika’da uygulanan “Hakikat ve Uzlaşma” komisyonlarında yapılan davaları yakından inceleme fırsatı bulduk.
Eğer Apartheid döneminde bulunan birçok polis veya siyasetçi geçmişte siyahlara işledikleri suçlarda HAKİKATA dayalı ve SAMİMİ biçimde İTİRAFTA bulunurlarsa, ve bu itiraflarını da pişmanlık seviyesinde dile getirirlerse hapis yatacakları yıl sayısının düşmesine veya suçlarının hafifletilmesine neden olurdu. Aslında Apartheid döneminin ırkçı katillerinden veya şiddet uygulayıcılardan istenilen şey, samimi bir biçimde ezip eledikleri siyahilerden veya öldürdükleri siyahilerin ailelerin huzurlarında UTANMALARI, GÜNAH ÇIKARMALARI ve AF DİLEMELERİYDİ. Bu ağır dava süreçlerininin hepsi canlı yayın görüntüleri ile TV’den ve radyodan Güney Afrika’ya yayılıyordu.
Bu sürecin tüm unsurlarını yerine getiremeyen veya halen yaptıkları suçları İNKAR ETMEYE çalışanların ise hapis cezaları hafifletilMİYORdu. Çünkü komisyon adı üzerinde “Hakikat” ve “Uzlaşı” komisyonuydu. “Hakikata” (sadece olgusal bir gerçeklik değil aynı zamanda Tanrı anlamına gelen de bir kavram) teslim olmadan ne af dileme ne de af isteme mümkündü. Ne de olsa bu komisyonların fikir babası yaşamı boyunca binbir ırkçılığa maruz kalmış Desmond Tutu adında sevgi dolu bir rahipti. Dolayısıyla, günah çıkarmanın tek yolu “Hakikat’a” teslim olmaktan geçiyordu. Geçmişte çekilen ve de çektirilen acıların “uzlaşısı” ancak bu şekilde MÜMKÜN oluyordu. Benim Kuzey Kıbrıs’ta 20-25 tane farklı kuruma yaptığım eğitimlerin temel felsefesi de bu yazılanlar üzerine kurulmuştur.
Ne zaman AKEL’in 1974 yılında Kıbrıslı Türklere yapılan katliamlarını kınayan bildirilerini okusam, bu yukarıda yazdıklarım aklıma gelir. Örneğin 8 Aralık 2020 tarihinde kendi resmi websitelerinde yayımladıkları bir bildiride yapılan katliamlarla ile ilgili şu ifadelere yer vermektedir.
“Ağustos 1974’te Kıbrıslıtürk köyleri Atlılar, Sandallar ve Muratağa’da EOKA-B’ciler tarafından katledilen 4 aydan 15 yaşına kadar 14 çocuğun cenaze töreni EOKA-B faşizmi tarafından Kıbrıslıtürk kadınların ve çocukların katliamlarını ve yurdumuzun tarihindeki başka bir kara sayfayı hatırlatmaktadır. AKEL çocukların ailelerine en içten taziyelerini sunmaktadır.”
“Kıbrısrum aşırı sağının işlediği korkunç cinayetler hakkında susma ve görmezden gelme teşebbüsü, tıpkı Türk şoven aşırı sağının işgali meşrulaştırmak ve iki toplumun barış içerisinde birlikte yaşamasının güya imkânsız olduğuna ikna etmek için bu katliamları istismar etme çabası gibi tahrik edici ve ikiyüzlüdür.”
“Katillerin ve kurbanların milliyeti ne olursa olsun, halkımıza karşı işlenen tüm korkunç cinayetlerin ve suçların soruşturulmasını talep etmek tüm Kıbrıslıların sorumluluğundadır. Benzer acı ve trajedilerin bir daha asla yaşanmaması için halkımızın çektikleri hakkında tüm gerçeği bilmek, genç nesillere öğretmek ve şovenizme karşı mücadele etmek hepimizin sürekli bir sorumluğu ve yükümlülüğüdür.”
AKEL’in yaptığu bu tür demeçler, Rum toplumunda 1974 yılı üzerine kurgulanan klasik Rum resmi tarih tezinden farklılaşıp ötesine geçmeyi başarır. AKEL bir başka bildirisinde “eğer gerçeği söylemezsek, tüm gerçeği söylemezsek, sadece ve sadece gerçek olanı dile getirmezsek, iki toplum arasındaki güven yeniden inşaa edilemeyecektir” hususunu vurgular. AKEL, tam da bu noktada “Hakikat ve Uzlaşı” Komisyonu felsefesine uygun bir politika güdüyormuş GİBİ GÖRÜNMEKTEDİR.
Ancak benim okuduklarım ve birebir yaşadıklarımı bir araya getirdiğimde, AKEL’in Kıbrıs’ta “Hakikat ve Uzlaşı” komisyonuna benzer bir anlayışın geliştirilmesi yönünde ciddi engeller teşkil eden partilerden bir tanesi olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalıyorum.
Çünkü HAKİKAT şudur ki, Makarios 1963........
© Yeni Düzen
