menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir demokrasi sınavı ve tarihin aynası

10 0
10.09.2025

Türkiye’nin siyasi tarihine damga vuran olaylar, yalnızca yaşandıkları dönemin değil, aynı zamanda bir toplumun hafızasının ve siyasi aktörlerin ilkesel duruşlarının sınandığı anlardır.

28 Şubat 1997, bu anlardan biridir; sivil demokrasiyi hiçe sayan, yargıyı siyasetin bir aracı haline getiren ve milletin iradesine gölge düşüren bir müdahalenin simgesidir. Refah Partisi’nin kapatılması, sadece bir siyasi partiye değil, Türkiye’nin demokratik dokusuna yönelik bir darbeydi. Bu karanlık dönemde, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) duruşu, tarihsel bir sessizlik olarak kayıtlara geçti. Bugün ise CHP, aynı yargı süreçleri ve demokrasi tartışmaları etrafında yüksek perdeden nutuklar atıyor, adeta demokrasinin yılmaz savunucusu rolüne soyunuyor. Peki, bu dramatik dönüşüm, ilkesel bir duruşun mu göstergesi, yoksa siyasi pragmatizmin bir yansıması mı? CHP’nin geçmişteki sessizliği ile bugünkü söylemleri arasındaki çelişki, partinin iki yüzünü gözler önüne seriyor ve tarihsel bir sorgulamayı zorunlu kılıyor.

SESSİZLİĞİN GÖLGESİNDE BİR DEMOKRASİ İHANETİ

28 Şubat 1997, Türkiye’nin demokratik tarihinde derin yaralar açan bir dönüm noktasıdır. Refah Partisi’nin kapatılması, Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir kararla hayata geçirilmiş, ancak bu kararın ardında yatan siyasi ve ideolojik hesaplar, hukukun üstünlüğünü gölgede bırakmıştır. Yargı, sivil iradeyi yok sayarak, seçilmiş bir hükümetin meşruiyetini sorgulamış ve milletin oyunu hiçe saymıştır. Bu süreçte, CHP’nin duruşu dikkat çekicidir: Sessizlik. Ne bir eleştiri, ne bir itiraz, ne de demokrasinin yanında duran bir açıklama. CHP, o dönemde, hukukun siyasallaşmasına karşı tek bir kelime etmemiş, adeta tarihsel bir boyun eğiş sergilemiştir. Bu sessizlik, sadece bir siyasi partinin kapatılmasına duyarsızlık değil, aynı zamanda demokrasinin temel ilkelerine yönelik bir ilgisizliktir. Çünkü bir partinin kapatılması, yalnızca o partiye değil, halkın iradesine ve demokratik sisteme yapılmış bir saldırıdır.

Bu sessizlik, CHP’nin o dönemde siyasi pragmatizmi demokrasinin önüne koyduğunu gösterir. 28 Şubat’ın otoriter dalgasına karşı çıkmak yerine, CHP, konjonktürel hesaplarla hareket etmiş ve hukukun üstünlüğünü savunmak yerine sessiz kalmayı tercih etmiştir. Bu, partinin ilkesel bir duruş sergilemekten uzak olduğunu ve demokrasiye olan bağlılığının konjonktüre bağlı olduğunu ortaya koyar. O dönemde CHP’nin liderleri ve sözcüleri, yargının tartışmalı kararlarını eleştirmek yerine, adeta bu kararları meşru bir zeminde görmeyi seçmiştir. Bu tavır, milletin iradesine ve demokrasiye sırt dönmenin sessiz bir göstergesi olmuştur.

DEMOKRASİYE KEFİL Mİ, SİYASİ MENFAAT Mİ?

Aradan........

© Yeni Birlik