Ramazan-ı Şerif aynı zamanda sofra da değil mi?
Bunun cevabını vermekten o kadar acizim ki… “Sofra” kelimesi... Nimetler, yiyecekler, davetler, iştihalar, sergiler, rızıklar, rahmaniyetlerin envaî çeşitleri, yeryüzündeki bitkiler, ağaçlar ve hayvanlar, zemzem başta olmak üzere yerden ve semadan inen sular, zahirî beş duyumuzla algılayamadığımız ve tarifinden aciz kaldığımız yüzlerce başka duygumuzu tedai eden bu kelimenin anlamını zihnimiz nasıl ihata edebilir ki…
Ramazan-ı Şerif orucunun emrini bildiren ayette Rabbimiz, bu ibadetin bizden önceki ümmetlere de emredildiğini hatırlatıyor. Belki de Adem (as) babamızdan Efendimiz’e (asm) kadar… Orucun söz konusu olduğu yerde, sofra o mananın mütemmimi sayılmaz mı? Yüzlerce güzel ismiyle dolaylı olarak “rızık sahibi” olduğunu hatırlatan Rabbimizin, yeryüzünün halifesi olan insanın hikâyesine rızık merkezli başlaması, elbette “sofra” kelimesine farklı manalar yüklüyor.
İlk insanın ilk imtihanı da rızık çerçevesinde cereyan etmiş. Ve dünya sürgünü anne-babamızı takip eden diğer elçilerin, Kur’ân’daki ve hadislerdeki hikâyelerini hatırlamaya çalışalım. Hayatın merkezine yerleştirilmiş rızkın vazgeçilmezliği, elbette sofrayı kıymetli kılacaktı. İsterseniz mevcut semavî dinlerin babası Hz. İbrahim’in sofra hikâyeleriyle başlayalım. Ama hangisinden… Halilullah’ın sofra hikâyeleri o kadar çok ki… Gayr-i insanî fiillerinden cezayı hak etmiş Sedomlulara giderlerken kendisine uğrayan meleklere kurduğu sofrayı mı, misafiri olmadığında elini rızka uzatamadığı Halilî sofraları mı, Mekke’ye emanet ettiği Hacer ile........
© Yeni Asya
