Kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı, büyük havuzu kazanmak
Hubb-u câhtan gelen şöhretperestlik saikasıyla ve şan ve şeref perdesi altında teveccüh-ü ammeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celb etmekle enaniyeti okşamak ve nefs-i emmareye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı ruhî olduğu gibi, “şirk-i hafî” tabir edilen riyakârlığa, hodfüruşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler.
Ey kardeşlerim! Kur’ân-ı Hakîm’in hizmetindeki mesleğimiz hakikat ve uhuvvet olduğu ve uhuvvetin sırrı, şahsiyetini kardeşler içinde fânî edip (HÂŞİYE) onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek olduğundan, mabeynimizde bu nevi hubb-u câhtan gelen rekabet tesir etmemek gerektir. Çünkü mesleğimize bütün bütün münafidir. Madem kardeşlerin şerefi umumiyetle her ferde ait olabilir; o büyük şeref-i manevîyi şahsî, hodfüruşâne, rekabetkârâne, cüz’î bir şerefe ve şöhrete feda etmek, Risale-i Nur şakirdlerinden yüz derece uzak olduğu ümidindeyim.
Evet, Risale-i Nur Şakirdlerinin kalbi, aklı, ruhu böyle aşağı, zararlı, süflî şeylere tenezzül etmez. Fakat herkeste nefs-i emmare bulunur. Bazı da hissiyat-ı........
© Yeni Asya
