“Hutuvât-ı Sitte” mi, yoksa şu “Hücûmât-ı Sitte” mi daha zararlı?
Defalarca, hem Türkçe, hem de Arapça olarak baskısı yapılmış ve el altından gizlice dağıtılmış bu eser.
Karşı taraftan, şu düşman tarafından, bu eserin şu “muazzam” tesiratı fark edilince, “Bu şahıs, hayatta kaldığı sürece, biz Âlem-i İslâm’da, bahusus, şu Osmanlı’daki emellerimizi gerçekleştiremeyiz…” denilerek, İşgal Orduları Başkomutanı bulunan, İstanbul’u henüz işgal eden İngiliz komutan General Charles Harington tarafından bizzat, Bediüzzaman hakkında şu “Vur emri” çıkartılır. Üstad Hazretleri ise, o “misilsiz” imanından aldığı şu kuvvet ve metanet ve cesaret, hem de şu yakîniyetle “Ecel birdir; tagayyür etmez!” diyerek, ama şu “tedbiri” de elden bırakmayarak, her akşam başka bir yerde kalarak, yani her akşam şu yerini değiştirerek, hem de “Ben, öyle çabuk, hem de ucuz teslim olmam!” diyerek, dönemin en gelişmiş şahsî savunma silâhı kabul edilen, şu toplu tabancası olan “iki rovelveri” de iki yanına alarak, şu tek başına “merdane” mücadele etmiş…
Sonrasında, işgalci İngiliz generalin şu istihbarat subayı şu generaline gelerek, “Efendim, Bediüzzaman’ın Doğu’da çok büyük bir nüfûzü, etkisi vardır. Eğer onun vücudunu ortadan kaldırırsak, Doğu’daki aşiretler, her ne pahasına olursa olsun, isyan ederler ve bizler bu durumda Doğu’ya hâkim olamayız…” şeklinde rapor verince, o da mecbur........
© Yeni Asya
