Bir bilen ve gülen adam
(Daha öyle -konuşan- bir idareci gelir mi; bilmem!)
Elinde, cebinde notları olurdu ama kafasının ve kalbinin ortalamasını irticalen söylerdi.
“Halkın seviyesine inmek…” gibi “kalıplaşmış/beylik” sözleri onun için söylemem çünkü zaten o halkının bir nevi özetiydi.
Evinin sadeliği, kitapları görülmeye değerdi.
Misafirlerini dinlerken süratle ve sürekli “not alması” dikkatimi çekmişti.
Başı sıkışanların çalacağı bir ümit kapısıydı. Aleyhinde “tiyatro çeviren” Levent Kırca bile ihtiyacını ona açabiliyor, sıkıntısını giderebiliyordu.
(Bu genişliğe ihtiyacım yok, diyebilir mi dünya!)
Said Nursî'ye büyük bir hayranlığı vardı. Adını anmanın sıkıntılı olduğu o dönemlerde: “Ona âlim demeyenin alnını karışlarım.” diyebiliyordu. (Âlim, mütefekkir, son adam… gibi başka ne denecekse o da okuyanlarına, ülemâya, sana bana kalmış artık. O, âlim diyerek bir yanına ışık tutmuş. Araştırmacılar henüz bu konuda yaya… Diyanetin bastığı kitaplarından bile camilere koymak fermana mahsus; bu da ayrı bir iş; geçelim.)
Nursî'nin cumhuriyetçi ve demokrat olduğunu keşfeden nadir idarecilerdendi. İkisinin de hedefi, özlemi hürriyetti.........
© Yeni Asya
