Barış süreçlerinin zor, ama zarurî yolu
Çünkü almak, dıştan gelenle yetinmektir; vermekse içten taşanla başkasını beslemektir. Dolayısıyla bir insanın ya da toplumun gerçek anlamda güçlü olması, sahip olduklarını paylaşabilme iradesiyle ölçülür.
Bu anlayış, yalnızca bireyler değil, toplumsal çatışmalar açısından da geçerli. Barış sağlamak, problemleri müzakereyle çözebilmek, çatışmak kadar gürültülü ve gösterişli olmasa da asıl güçtür. Çünkü çatışma, genellikle en az bir tarafın zaafı sonucu doğar. Sabırsızlık, öfke kontrolü eksikliği, empati yoksunluğu ya da siyasal vizyonsuzluk; tüm bunlar gelecek çatışmaların psikolojik ve siyasal zeminini oluşturur. Oysa barış, olgunluk gerektirir. Dinlemeyi, anlamayı, geri adım atmayı, kendi tezlerini başkasının endişesiyle sınamayı gerektirir. Ve bunlar, gerçek bir içsel kuvvet olmadan mümkün değil.
Barış yalnızca zafer ilânıyla tesis edilemez. Çünkü galip olan her şeyi aldığında, mağlubun onurunu ve geleceğini de elinden almış olur. Bu da yeni bir çatışmanın tohumudur. Tarih bu konuda oldukça net: I. Dünya Savaşı sonrası Almanya’ya dayatılan Versailles Antlaşması, kısa vadede bir “galibiyet” gibi sunulsa da aslında II. Dünya Savaşı’nın........
© Yeni Asya
