menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Çin’in kuzeybatısına seyahat

40 5
14.09.2025

Yavuz Alogan yazdı…

İlk kez gittiğim bir ülke zihnimde uyandırdığı tarihsel çağrışım ölçüsünde ilgimi çeker. Bu bakımdan Çin Halk Cumhuriyeti benim için muazzam bir derinliğe, eşsiz ve engin bir genişliğe sahiptir. Gençliğimizin önemli bir bölümü okuyarak, tartışarak, uzaktan da olsa Çin’i anlama çabasıyla geçti. Bu çaba bugün de devam ediyor.

Cumhuriyet Devrimi ve Sun Yat-sen’in Üç Halk İlkesi’nden (1911) Deng Şiao-ping’in Dört Modernleşme Teorisi’ne (1979) kadar Çin benzersiz deneyimlerden geçti.

1925-27 sosyalist devrim girişiminin Kuomintang tarafından vahşetle bastırılmasından sonra (burada durup André Malraux’nun “İnsanlık Durumu” adlı romanını hatırlayalım), 1934’te üretim sürecinden koparak askerîleşen yoksul köylülerin kırsal kesimde üretim ilişkilerini dönüştürmesi, feodal sınıfları tasfiye edip üretim araçlarını kolektifleştirerek, hem Komintern’le sürtüşerek hem de Kuomintang’la savaşarak Mao Zedung önderliğinde Uzun Yürüyüş’ü gerçekleştirmesi, böylece “ideolojik önderlik” ve “halk savaşı” kavramlarının marksist literatüre girmesi; 1949 Devrimi’yle ulusal birliğin sağlanması; Mao Zedung’un “sosyalizmi inşa yöntemi”nin Halk Savaşı’nın bir uzantısı olduğunu, devrimden sonra da sınıf mücadelesinin süreceğini savunması; kıtlık ve kaynak israfına yol açan Büyük İleri Atılım (1958-1961), Pekin-Moskova çatışması (1963) ve siyasî mecburiyetten doğan fakat kültürel yıkıma yol açan Büyük Proleter Kültür Devrimi (1966-1976); Üç Dünya Teorisi, “Sovyet Sosyal Emperyalizmi”nin lanetlenmesi; 1972’de Mao Zedung-Nixon görüşmesi ve nihayet Mao Zedung’un iradeci (volontarist) çizgisinin Deng Şiao-ping’in pragmatizmiyle (“kedinin rengi değil fareyi yakalaması önemlidir”; “zenginleşmek çok şerefli bir şeydir”) yer değiştirmesi; ve sonunda Çin’in kapılarını yabancı şirketlere açarak kendi işçi sınıfını ucuz işgücü olarak tertiplemesi fakat piyasayı devletin denetimi altında tutması, böylece ülkenin Komünist Parti’nin diktatörlüğü altında bir tür kontrollü karma ekonomiye, yarı-devlet kapitalizmine geçmesi… bütün bunlar, uzun bir tarihsel yolculuğun belli başlı duraklarını oluşturur.

Demir, ateş ve kanla yoğrulmuş inişli çıkışlı bu uzun tarihi anlamadan bugünkü Çin’in geleceğini kestirmek zordur. Sovyetler Birliği’nde parti bürokratları halkın ürettiği serveti yağmalayarak Ortodoks Kilisesi’nin önünde diz çökerken, Çin Komünist Partisi (ÇKP) 56 etnik gruptan oluşan, dört ayrı dine (Budizm, Taoizm, İslam, Hıristiyanlık) mensup halkın birliğini sağlayarak Çin’i “kendine özgü sosyalizm” denilen bir tür halkçı kapitalist yoldan dünyanın en güçlü ülkeleri arasına yükseltmeyi başardı.

İleriki aşamalarda Mao Zedung’un dediği gibi sınıf mücadelesinin belki şiddetlenerek süreceğini, kedinin renginin bir kez daha tartışma konusu olacağını, sonunda ya mevcut üretim ilişkilerinin değişeceğini ya da ÇKP’nin büyük bir dönüşüm geçireceğini öngörebiliriz.

Dört Modernleşme Teorisi bir son değil, tarih devam ediyor. Friedrich Engels’in 1890 yılında dediği gibi, “Tarih öyle bir tarzda gelişir ki, nihaî sonuç daima pek çok bireysel iradenin çatışmasından çıkar ve her bir irade belirli hayat koşullarının çokluğu tarafından oluşturulur… her bireysel irade bir diğeriyle engellenir ve ortaya çıkan şey, kimsenin önceden tasarlamadığı bir şey olur.” Tıpkı Çin’de olduğu, bundan sonra da olacağı gibi…

Yeni Dünya Araştırmaları Merkezi’nin oluşturduğu heyetle ve Türkiye-Çin Dostluk Vakfı’nın desteğiyle Sinkiang Uygur Özerk Bölgesi’ne yaptığımız gezi sırasında, Urumçi’den Turfan’a otobüsle giderken, 324 bin kilometrekareyi kaplayan Taklamakan (Terk-i Mekân) Çölü’nün kıyısından geçtik. İlk kez sahici bir çöl görmenin heyecanıyla otobüsün ön koltuğundan Çin’in çöl rüzgârlarından nasıl enerji ürettiğini izledim. Bir yetkili bize çölün yeşil bir kuşakla çevrelendiğini, bu kuşağın çölün içlerine doğru genişletileceğini söyledi. “Birkaç nesil sonra çöl ortadan kalkacak,” dedi. Birbirini izleyen nesillerin tamamlayabileceği bir göreve bugünden güvenle başlamak Çinlilerin “enginleri fethetme ruhu”nun tipik bir örneği.

Hemen belirelim, Uygur dili ve İslâm dini üzerinde herhangi bir baskı ya da kısıtlama yok. Paraların üzerinde, resmî duyurularda, yayın organlarında, her yerde arapça harflerle yazılan Uygurca, Çince’nin yanında yer........

© Veryansın TV