menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ümmetten millete: Bir bekâ stratejisinin tarihsel analizi

20 1
14.07.2025

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı…

“Ümmet” kavramı, İslam medeniyetinin kolektif hafızasında derin izler taşıyan hem teolojik hem de siyasi bir ağırlığa sahip bir mefhumdur. Ancak bu kavramın tarihsel gerçeklikten koparılarak hamasi bir siyasi söyleme dönüştürülmesi, altında yatan karmaşık dinamikleri ve acı tecrübeleri göz ardı etmek anlamına gelir. Bugün Türkiye’ye yöneltilen “ümmet birliği” çağrılarını doğru analiz edebilmek için, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan tarihsel kopuşu ve bu kopuşun nedenlerini soğukkanlılıkla irdelemek gerekir.

Osmanlı İmparatorluğu, altı asır boyunca, farklı etnik ve dini unsurları “ümmet” ve “millet sistemi” potasında bir arada tutmaya dayalı muazzam bir siyasi proje yürüttü. Ancak 19. yüzyıldan itibaren yükselen milliyetçilik akımları, bu projenin temellerini sarstı. İmparatorluğun Arap vilayetlerinde filizlenen ulusal hareketler, “ümmet” bağının siyasi sadakati garanti etmediğini ve Arapların kendi ulusal yollarını çizmeyi tercih ettiğini gösterdi.

Benzer şekilde, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren başlayarak Cumhuriyet döneminde de devam eden ve sayısı onlarcayı bulan ayrılıkçı isyanlar, aynı din ve coğrafyayı paylaşmanın siyasi birliği sağlamak için tek başına yeterli olmadığını gösteren bir başka tarihsel derstir. Bu isyanların belirli gruplar tarafından Kürtler adına çıkarılmış olması, elbette tüm Kürt yurttaşlarımızı bağlamaz. Ancak bu olgu, “dinsel aidiyet” çatısının, ulusal ve bölgesel talepler karşısında ne denli kırılgan olabildiğini göstermesi açısından göz ardı edilemez.

Bu tarihsel çözülme sürecinde “ümmet” gemisinde yalnız kalan Türkler, varoluşsal bir tehditle yüzleşti. Milli Mücadele, bu acı tecrübenin bir sonucudur ve Türk milletinin bekasını artık dağılmış bir “ümmet” kimliğinde değil, kendi egemenliğine dayalı bir “ulus” kimliğinde gördüğünün en net ilanıdır. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, romantik hayallerin yerine tarihsel gerçekleri koyan, bekasını ulus-devlet formülünde bulan rasyonel bir projedir. Türk halkı, İslam dünyasında belki de binlerce yıllık devlet geleneğinin getirdiği tecrübeyle “milletleşme” sürecini başarıyla tamamlamış ve bu sayede ayakta kalmıştır.

Bu tarihsel arka plan ışığında, bugün Türk milletine yönelik “ümmet birliği” çağrılarındaki mantıksal ve tarihsel tutarsızlık belirginleşmektedir.

İç Çatışmalar Gerçeği: Aynı dinin ve hatta mezhebin mensupları olan İslam ülkelerinin asırlardır süren çatışmaları, mezhepsel gerilimlerin yol açtığı kanlı boğazlaşmalar ve siyasi rekabetler inkâr edilemez bir vakıadır. Kendi aralarında asgari birliği sağlayamayan, Gazze gibi ortak bir yara karşısında dahi bir araya gelemeyen bir dünyaya birlik çağrısı yapmak yerine, bu çağrının muhatabının neden bizzat kendileri olmadığı sorulmalıdır. 400 milyonluk Arap dünyası kendi içinde bir “birlik” kuramazken, bu yükü neden Türkiye’nin omuzlaması beklenmektedir?

Temel Sorun Milletleşememektir: Dünden bugüne İslam dünyasının temel sorunu, “ümmet” olamaması değil, modern anlamda “milletleşme” süreçlerini sağlıklı bir şekilde tamamlayamamış olmasıdır. Hukukun üstünlüğüne, kurumsal yapıya, ortak vatandaşlık bilincine dayalı istikrarlı ulus-devletler kurulamadığı müddetçe, “ümmet” çağrısı içi boş bir hamasetten öteye geçemeyecektir. Dolayısıyla Müslüman topluluklara bugün yapılması gereken çağrı, “ümmet olalım” değil, “önce kendi evinizde istikrarlı ve adil birer millet olun” çağrısıdır.

Türkiye İçin Stratejik Risk: İstikrarsızlığı İthal........

© Veryansın TV