menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Orman yangınları, madencilik, tarım ve çevre

43 40
10.08.2025

Cem Gürdeniz yazdı…

2002–2025 yılları arasında Türkiye’de toplamda yaklaşık 500.000 hektar ormanlık alan yandı. 2021 yılı, 139.000 hektar ile modern tarihimizin en büyük kaybı olarak kayda geçti. 2025 yılında bu satırılar yazılırken yanan toplam alanın 90.000 hektara ulaştığı medyada yer almıştı. 1937 ile 2012 arasında ülkemizde her sene ortalama 22 bin hektar alan yanarken 2017-2021 arasında 38 bin hektar olarak gerçekleşti. Kısacası 2016 sonrası orman yangınlarında gözle görülen büyük bir artış söz konusudur. Bu yönü ile yangınlar doğal afet boyutunu aşmıştır. Hibrit savaşın bir enstrümanına dönüşmüştür. Diğer yandan yanan ormanlık alanların akan yıllar içinde madenciliğe ve yapılaşmaya açılması ciddi bir ekolojik sorundur. 2012–2022 döneminde yalnızca madencilik faaliyetleri için Orman Genel Müdürlüğü tarafından yaklaşık 109.884 hektar ormanlık alan tahsis edilmiştir. Aynı dönemde yangınlarla kaybedilen orman alanı yaklaşık 236.425 hektar olarak tespit edilmiştir. Diğer yandan yangın sonrası başlatılan rehabilitasyon süreçlerine rağmen, birçok alanın fiili olarak ekosistem özelliği kalmamış olup, yalnızca kâğıt üzerinde orman statüsü devam etmektedir. Rehabilitasyon kapsamında 2002’den bu yana 6 milyar fidanın dikildiği, orman varlığının 2,3 milyon hektar arttığı resmi olarak açıklanmıştır. Ancak bağımsız araştırmalar, gerçek anlamda ağaçlandırılan alanın 609.000 hektar civarında olduğunu göstermektedir. Ortalama bir fidanın yanmış bir ormanın yerini alabilmesi için gereken süre ise 40 ila 200 yıl arasında değişmektedir. Dolayısıyla, yıllık ortalama 30-40 bin hektarlık ağaçlandırma, yangınların ve maden faaliyetlerinin oluşturduğu yıkımı telafi etmekten uzaktır. Bu durum kamuoyunda ciddi çevresel ve yönetişim şüphelerine yol açmaktadır.

Madenlerimizin durumu ayrı bir sorun alanıdır. Madenler milyonlarca yıl süren jeolojik olaylar sonucunda oluşan varlıklar olarak bir ülkenin en önemli zenginlikleri arasındadır. Madenlere sahiplik, devletler arasında savaşlara neden olmuştur. Zayıf ülkelerin zengin kaynaklara sahip olması onları emperyalizm karşısında kışkırtmalara açık hale getirir. Diğer yandan yanan orman arazilerinin aksine madenler bir kez tüketildikten sonra yerine yenilerini koyabilme olanağı olmayan kaynaklardır. Bu nedenle rasyonel şekilde işletilmeleri gereken, toplumun ortak mallarıdır. Bu servet devlet eli ile kontrollü şekilde açığa çıkarılıp kullanılmalıdır. Diğer yandan ormanlar, yalnızca ağaçlardan ibaret değildir. Bir milletin geçmişini, bugününü ve geleceğini taşıyan canlı dokulardır. Türkiye, jeolojik zenginliği, biyolojik çeşitliliği ve tarımsal potansiyeli ile küresel ölçekte kıymetli bir coğrafyaya sahipken; son 45 yılda uygulanan neoliberal politikalar, bu varlıkların gerek ormanlar gerekse madenler düzeyinde sistematik şekilde talan edilmesine neden olmuştur. Özellikle orman yangınları ile madencilik faaliyetleri arasındaki örtük ilişki, yalnızca çevre tahribatı değil, aynı zamanda egemenlik, kamu yararı ve gelecek kuşakların hakkı bağlamında da ciddi soru işaretleri doğurmaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1922’de Meclis’te yaptığı konuşmada madenciliğin kamu eliyle, teknik ve mali olanaklara uygun şekilde geliştirilmesi gerektiği vurgulanıyordu. Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan MTA ve Etibank gibi kurumlar, bu anlayışın bir tezahürü olarak devletçi ve planlı kalkınmayı temsil etti. Ancak 1950’lerle birlikte gelen liberal kırılmalar pek çok şeyi değiştirdi. DP iktidarı sırasında 1951 yılında Türkiye için İktisadi Kalkınmaya Yönelik olarak hazırlanan Barker Raporu Türkiye’nin tarım deposu olarak kalması ve sanayileşmesini ikinci plana atması şartıyla Türkiye’ye kredi verilmesini onayladı. Rapor şöyle diyordu: ‘’Özel maden arama ve işletme faaliyetlerine yol açacak bir madencilik politikası kabul edilmelidir. Hükûmetin özel sermayeden grupları petrol araştırma ve işletmelerinden uzak tutma politikası yeniden tetkik edilmelidir.’’ Barker raporundan bir yıl sonra Türkiye NATO’ya girdi ve artık ABD’nin etki alanındaki bir ülke olarak ekonomisini ABD yönlendirmesine terk etti. 1980 sonrası Özal dönemiyle sömürge tipi madencilik modeline evrildi. 1985’te çıkarılan ve 24 Ocak kararlarının izinden yürüyen 3213 sayılı Maden Kanunu ile kamu yararı özel kazançla yer değiştirdi. Sonuç: tarım, orman ve su havzaları birer maden rezervi olarak görülmeye başlandı. Ormanlara gelince… Cumhuriyetin kuruluşu ile tüm ormanlar millileştirilerek devletin kontrolüne girdi. Atatürk’ün yönetimi altında Türkiye’de modern ormancılık altyapısı geliştirildi; orman yasaları, işletme, ekosistem koruma gibi alanlarda kalıcı standartlar oluşturuldu. 1923–1938 yılları arasında yürürlüğe konulan ormancılık reformlarıyla, devlet orman alanlarının planlı biçimde işletilmesi esas tutuldu. 1937 yılında kabul edilen 3116 Sayılı Orman Yasası, ülkemiz ormancılık politikasının temel dayanağı olarak büyük rol oynadı. İlk büyük ağaçlandırma projeleri ve kamu temelli ormancılık uygulamaları başlatıldı. Ankara’da 1925’te başlatılan Atatürk Orman Çiftliği, Anadolu’nun verimsiz alanlarında modern tarım ve ormancılık çalışmalarını icra etmek üzere kurulmuştu. Atatürk’ün vizyonuyla başlatılan bu proje hem........

© Veryansın TV