Finansal baskı, parçalanmış iç cephe, jeopolitik körleşme ve kuşatılmışlık
Cem Gürdeniz yazdı…
Ülkemiz Cumhuriyetin ikinci yüzyılına büyük bir finansal baskı altında girdi. Ekonomik veriler gerek mikro gerek makro seviyede büyük dalgalanmalar gösteriyor. Sıcak paraya ve yarım trilyon dolar dış borca son derece bağımlı bir makro ekonomik yapı içinde orta sınıf yok oluyor. Toplumun en zengin ’lik kesimi milli gelirin yarısına sahip. ’lik kesimin büyük bir bölümü yoksulluk ve hatta açlık sınırına itiliyor. TÜİK verilerine göre 2023’te yoksulluk oranı !, yoksul sayısı 18 milyona erişti. Bugün için 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 25 bin TL, yoksulluk sınırı 76 bin TL ve net asgari ücret 22 bin TL. Ancak en çarpıcı istatistik Türkiye’de çalışan tüm ücretli kişilerin neredeyse yarısının (C,6,) yani 41,5 milyon insanımızın asgari ücret ve ona yakın seviyelerdeki gelir ile yaşıyor olmasıdır. 2022’de enflasyon resmi değerler ile ,5’i; 2023’te genç işsizlik oranı ,3’ü gördü. Bu arada dış borcumuz sürekli artıyor. 1980 yılında 16,2 milyar dolar olan dış borcumuz (milli gelirin ’si) 2020’de 457 milyar dolara (milli gelirin `’ı) yükseldi. Bugün 525 milyar dolar (milli gelirin E’i) dış borç stoğu altında üretim ekonomisine geçilemiyor. Ekonomik ve finansal baskılar her geçen gün fakirleşen halkımızın iç cephedeki kimyasını ve bütünlüğünü bozuyor. Sahip olanlarla olmayanlar, devleti zenginleşme aracı olarak kullananlar ile kullanmayanlar arasındaki kutuplaşma keskinleşiyor. Bu sürece iktidar ve muhalefetin oy kazanma diğer bir deyişle iktidarda kalma veya iktidara gelme uğruna kullandığı dinsel ve etnik fay hatlarının eklenmesi ve iktidarın devletin temel kurumu olan hukuku siyasallaştırması büyük negatif katkı sağlıyor. İnsanlarımız düşük gelir seviyesi ile ailesini geçindirme derdinde son derece asabi ve hoşgörüsüz duruma düşürüldüler. Cehalet her geçen gün artıyor ve sosyal fay hatlarının kırılması için sömürülmeye son derece uygun hale getiriliyor. Kısacası, Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk’ün Kemalizm reçetesine 1938 sonrası ihanetinin bedelini 100 yıl sonra halkının büyük kesiminin fakirleşmesi, cehalete sürüklenmesi ve kutuplaşması ile ödüyor.
Tarih boyunca maalesef finansal baskılar jeopolitik tavizleri beraberinde getirmiştir. Örneğin 1856 Kırım Savaşında Avrupa’nın güçlü devletleri Osmanlının yanında Rusya ile savaşmış sonunda sonu 1881’de Duyunu Umumiye ‘ye kadar gidecek borçlanma ve tam sömürgeleşme sürecini tetiklemişti. Ya da 93 Osmanlı Rus Harbi sonrasında (1878) maliye iflas etmiş, Rus orduları Yeşilköy’e kadar gelmişti. Sultan II. Abdülhamit, İngiliz Kraliçesi Victoria’nın Akdeniz Donanmasının Marmara Denizine geçmesine izin vermiş ve Rusya, İngiltere’nin nota vermesi ile Yeşilköy’den geri çekilmişti. Faturası II.Abdülhamit tarafından güney kalemiz Kıbrıs Adasının 99 yıllığına İngiltere’ye kiralanması daha doğrusu resmen işgali ile ödenmişti. Devam edelim. 1938 sonrası Ankara batı dünyasına yeniden yaklaşmış, 1946’da abartılan Sovyet tehditleri üzerinden ABD’nin oltadaki balığına dönüştü. 1952’de NATO’ya, 1996’da AB Gümrük Birliğine katılan Türkiye bugün pek çok alanda egemen karar verme ve siyasi bağımsızlığını kaybetmiş durumdadır.
Türkiye Güneydoğu Anadolu bölgesinde Hendek Savaşları olarak bilinen PKK ile mücadele dönemini 2016 Mart ayında başarıyla tamamladıktan kısa süre sonra 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimiyle karşılaştı. Darbe girişiminin sonuçsuz kalması sonrasında ciddi şekilde ekonomik istikrarsızlık içine çekildi. Daha sonra yaşanan COVID dönemi de bu süreci etkiledi. 2016 yılında 3 TL olan dolar 2019’da 5,17 TL’ye, 2021 de 9 TL, 2023’te 23 TL ve 2025’te 39 TL oldu. Dengesiz makro ekonomik politikalar, ile seçim süreçleri ancak en önemlisi ABD ve AB etkileşimindeki finansal oligarşiye AKP iktidarının ve CHP muhalefetinin tam bağımlı olması ve milli, devletçi ve halkçı bir ekonomi modeli geliştirilememesi bu sonucun asıl nedenleri arasında sayılabilir. Bugün maalesef Türkiye jeopolitik sermayesini kullanma aşamasına gelmiştir. Ancak ciddi bir sorun vardır. Batıya finans oligarşisinden kaynak bulabilmek için güzel görünmek ve tavizler vermek arsız ve sınırsız bir mafya tefecisinden para almaktan farksızdır.
Ankara, 2004 yılında KKTC’nin sonunu getirmeyi hedefleyen Annan Planına ‘’Evet’’ diyerek tarihinin en büyük jeopolitik intiharını gerçekleştirmiş ancak Kıbrıslı Rumların plana hayır demesi ile adadaki askeri varlığı ve KKTC’den vaz geçme skandalı önlenebilmiştir. Ankara benzer hatayı İsrail ile arasındaki en önemli tampon devlet olan Suriye’nin parçalanmasına 2011 sonrasında onay ve destek vererek yapmıştır. Bugün İsrail ile aramızda tampon bir bölge kalmamıştır. Daha kötüsü güneyimizde PKK uzantısı PYD/YPG ’nin bağımsız Kürt bölgesi oluşturma faaliyetlerine engel olmamız İsrail tarafından genişlemeci ve emperyalist büyüme olarak değerlendirilmekte ve bu terör gruplarına açık desteğini artırmaktadır. Kısacası talihimiz KKTC’de olduğu gibi Suriye’de yardım etmemiş ve Suriye parçalanmıştır. Bugün Ege ve Doğu Akdeniz’de GKRY ve Yunanistan ile onlarca ciddi güvenlik ve egemenlik sorunu ortada dururken, güneyimizde son derece riskli bataklık bir bölge yaratılmış ve bu bölgede denize çıkışı olan kukla bir Kürt devletinin Irak’taki benzerinin kurulma süreci başlamıştır. Sorun bu bataklığın Türkiye’ye ve geleceğimizin su, tarım ve değerli maden havzası güneydoğu bölgemize yansımalarıdır.
İsrail merkezli Jerusalem Post gazetesinde 11 Mayıs 2025 tarihinde imzasız olarak yayımlanan bir makalede, Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki askeri varlığı ve bölgedeki dış politikası, ’yayılmacı’’ olmakla eleştirilirken, Türkiye’nin bölgesel etkisini durdurmanın tek yolunun, Kürtler için Akdeniz’e erişimi olan bağımsız bir devlet kurmak olduğu savunuldu. Türkiye’nin bir NATO üyesi ve Batı için uzun süredir stratejik ortak olduğuna dikkat çeken yazıda, bu durumun Ankara’nın politikalarına karşı koymayı zorlaştırdığı ifade edildi. Ankara’nın Musul, Halep ve Şam gibi stratejik şehirler üzerinde yayılmacı hedefler güttüğü ve bu hedefleri açıkça dile getirdiği öne sürülen yazıda özetle şu ifadelere yer verildi: Ankara, Şam’daki yeni İslamcı yöneticilerle bağlarını ya da İsrail’e karşı ‘savaşa öncülük etme’ ve Kudüs’ü Siyonist varlıktan kurtarma hevesini gizlemiyor. Bugün İsrail’i kaygılandıran şey, Türkiye’nin uzun vadeli stratejik yayılmacılık planlarının bir devamı. Kürtler tek başına Türkiye’yi durduramaz. Türkiye’yi Suriye ya da Irak’ta durdurmanın tek yolu, Kürtlerin kendi siyasal ajandasını kurmasına yardımcı olmak. Tarihsel toprakları üzerinde kurulan, Akdeniz’e Lazkiye üzerinden çıkışı olan bir Kürt ulus devletidir. Kurulduğunda bu devlet, her türlü toprak saldırısını püskürtebilecek savunma araçlarına, gerekli silahlara sahip olmalıdır.’’ Bu mesajla açıkça Türkiye’yi çevreleme ve içten bölme stratejisi resmen ilan edilmiştir. Yazı bir cüretkâr bir mesajdır. Kürtlere “devletleşin”, Batı’ya “barışı Kürtler sağlar”, Türkiye’ye ise “caydırıcılığın çöktü” mesajları veriliyor. Türkiye için gerçek olan mezhepsel motivasyonla Suriye devletinin yıkılmasına neden olduktan sonra Kürtlerin hareket serbestisinin arttığı ve İsrail ile ABD desteğinin artarak bölgede onlar için büyük siyasi ve askeri fırsatlar yarattığıdır. ABD Dışişleri Bakanı Rubio, 23 Mayıs tarihinde ABD’de Senato’da Suriye’de parçalanma ve iç savaş ihtimalinin yüksek olduğunu söyleyerek Türkiye’ye aba altından sopa göstermiştir. ABD desteğindeki İsrail’in saldırganlığı sınır tanımazken aramızdaki tampon devlet Suriye’nin dağılmasını adeta teşvik ettik. Türkiye kendi iradesi ile Pandora’nın kutusunu açmış ve şimdi merkezkaç kuvvetler, kontrol dışında ABD ve İsrail güdümünde harekete geçmiştir. Türkiye bugün büyük bir enerjisini emperyalizmin yeni bataklığına aktarmak zorunda kalmıştır. Bu durum Yunanistan ve GKRY dolayısı ile ABD ve AB için Doğu Akdeniz ve Ege’de bulunmaz fırsatlar yaratmaktadır.
21 Mayıs 2025’te İsviçre’de yayınlanan Neue Züricher Zeitung gazetesinde Gerald Kurth imzalı habere göre Yunanistan, 2037 yılına kadar savunma kapasitesini artırmak için 28 milyar avroluk büyük bir silahlanma planı yürürlüğe koyuyor. Planın merkezinde, İsrail’in Iron Dome sisteminden esinlenen “Aşil’in Kalkanı” adlı hava savunma sistemi ve ABD’den alınacak 20 adet F-35 savaş uçağı bulunuyor. Bu hamle, AB’nin “ReArm Europe” adlı 800 milyar avroluk savunma girişimiyle örtüşse de Yunanistan’ın asıl hedefi........
© Veryansın TV
