Keskin bir parfüm kokusu dalga dalga yüzüme çarptı...
İçeriden sızan bol ışık gözlerimi kamaştırıp toprak karışımı bahar kokusu da her tarafı dolduruyor, bir hoş oluyordum. Önce ses vermedim, sadece yüzlerine baktım “ne şartı” manasında. - Ne bakıyorsun öyle Ragıp Bey? - Söyleyin diyorum, ne şartı? - !!! Der demez kapı açıldı. Çaylar geldi. Tebessümü yüzünden eksik olmayan Yücel Çakmaklı Bey, Çetin Tunca’nın kulağına eğilip güya bana duyurmadan; "Önce sen anlat. Ben sonra takviye ederim. O da zaten Abisine duyurur.” “!!!" “Tamam…" diyerek tasdik ederken hâlâ gülüşüyorlardı. Görmek için göz ister, Anlatmaya söz ister, Hoca, küstürdün onu, Barışmaya yüz ister. İçeriden sızan bol ışık gözlerimi kamaştırıp toprak karışımı bahar kokusu da her tarafı dolduruyor, bir hoş oluyordum. Etraf derli toplu sayılırdı. Pencerelerden sarkan sabah kızılı güneş ışınları, deniz yosunu jaluzilerin arasından siyah deri koltukları yalayarak cam sehpanın iki başında kelebek kanatları gibi birleşiyor,........
© Türkiye
