Görücü sandalyesi: Anasına bak kızını al!
Evlenilecek kızın boyuna, yaşına ve güzelliğine elbette bakılırdı. Ama daha mühimi evvela kimin kızı olduğu, sonra da eli çabuk ve maharetli olup olmadığı idi. Eskiden bir genç evlenecek yaşa, yani 17-18 yaşına vardı mı, ailesini evlendirme telaşı alırdı. Zira meslek sahibi olması veya askerliğini yapması beklenmezdi. Zira çocuk babasının işinde çalışırdı. Askere gitmeden evlendirmek lazımdı. Dönmezse bile geride yadigâr bir çocuğu kalsın, denirdi. Anne, abla gibi evdeki hanımlar akrabadan, komşulardan oğullarına uygun bir kız soruşturup bakarlardı. Bu işe meraklı "çöpçatan" hanımlar veya her eve girip çıkan "bohçacı" kadınlar, kimde münasip kız varsa, bildirirlerdi. Kızevine görücü gidilir, görücüler kızı tepeden tırnağa süzerlerdi. Peltek mi diye konuştururlar, ağzı ve teni kokuyor mu diye sarılırlardı. Kız bulunan evlere, hazırlıksız yakalamak için, sabahın erken saatinde habersiz ziyaretler yapılırdı. Toz var mı diye çaktırmadan eşyanın altına bakılırdı. Bazen de resmen kızı görmeye gidilirdi. Hüseyin Cahit’in kız tarafının kimseyi beğenmediği, görücü sandalyesinin eskidiği ve kızın evde kaldığı pek ibretlik bir "Görücü" hikâyesi vardır. Kız beğenilirse, erkeğin fotoğrafı kız tarafına verilir. Karar verildikten sonra oğlanın fikri sorulurdu. Bir "tertiple" oğlan kıza, kız oğlana gösterilirdi. Sonra da kız istemeye gidilirdi. Düğünden sonra eşler birbirini tanırdı. Umumiyetle de mesut olurlardı. Hayattan beklentiler fazla değildi ve herkesin hayatı üç aşağı beş yukarı aynı idi.
Aşkın gözü kördür!..
Eskiler görgüye, edep ve terbiyeye her şeyden fazla kıymet verirdi. Şair der ki: “Güzel yüz bir gün solar, güzel huy her dem parlar.” Şimdi belki ikinci plana atılıyor gibi görünse de eskilerin uzun ömürlü evliliklerinin sırrı iyi huylu eşlerde saklıdır. Eskiden evlilik, sadece iki kişinin değil, iki ailenin kaderiydi. O yüzden kalıcı ve derin değerler öne çıkardı. Evlilik, sadece gönül işi değildi; akıl ve ruh işiydi. Karar verirken sadece göz değil, gönül de açık olmalıydı. Güzellik zamanla solar, mal tükenir, soy unutulur; ama edep bir ömür boyu devam ederdi. “Aşkın gözü kördür!” Yani duygu yoğunluğu insanı yanlış kararlara sevk edebilir. Onun için görücü usulüyle evliliklerin devam ve saadet nispeti, anlaşmalılara göre katbekat fazladır. Kendi güzel, huyu kötü olan kız çöplükte bitmiş, küllükte açmış güle benzetilmiştir. “Evleneceği kızla, malı, soyu ve güzelliği için evlenenler, umumiyetle mahrum kalır. Bunlar olsa bile, dini ve edebi için evlenen hepsine kavuşur” mealinde hadis-i şerif vardır.
Yuvayı dişi kuş yapar
Evlenilecek kızın boyuna, yaşına ve güzelliğine elbette bakılırdı. Ama daha mühimi evvela kimin kızı olduğu, sonra da eli çabuk ve maharetli olup olmadığı idi. “Yuvayı dişi kuş yapar” ve “Erkek seldir, kadın göldür” sözleri boşuna söylenmemiştir. Buna dair üç Kemah hikâyesi vardır: Hacı Bekir Ağa’nın kızı genç kocasını harbde kaybetmiş. Teselli için hizmetkârıyla gezintiye çıkmış. Bir yaylada misafir olmuş. Süt ikram etmişler. Kız, şehirli olup odunun kıymetini bildiği için, süt pişince altına sürdükleri palutu söndürtmüş. Yaylacılar şaşmışlar. Her taraf odunken, söndürmeye ne hacet, demişler. O da, “Bir gün gelir bu ormanlar tükenir de bu insanlar tükenmez!” diye cevap vermiş. O zamanlar genç bir tımarlı süvari yüzbaşısı olan büyük dedem bu hadiseyi işitince, “İşte benim evleneceğim kız! Bu bana ev kurar” demiş. Belki bir-iki yaş büyük ve dul olmasına aldırmadan talip olmuş. Çok mesut yaşamışlar... Şimdilerde o yaylada gölgelenecek ağaç kalmamıştır. Sağırzade Tayyar Bey, bir eve taziyeye gitmiş. Pencereden yandaki evin avlusu görünüyormuş. Bir kızın, avluyu süpürdüğünü görmüş. Böyle dipli köşeli yaprakları süpüren kız, iyi ev hanımı olur, demiş. Eve dönünce kıza talip olup almış. Bu hanım, ileri yaşında, “Tayyar Bey benim avlu süpürmeme vurulmuş” diye gülerek anlatırdı... Bir de işin ters tarafı var: Acemzade Vehbi Bey’in hanımı, akşam seyis yaylımdan........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d