menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Türkiye Cumhuriyeti’ne Karşı Ölümcül Ortak Girişim:Sahte Milliyetçi ,Etnik ve Dini Aparatlar ve Umut Ticareti ve PEKİ Buna Karşı Ne Yapmalı ?

10 1
previous day

EBÖ İttifakı ve Atatürk Cumhuriyeti’ne Açık Savaş

Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzyıllık yürüyüşü, kuruluşundaki devrimci felsefeyi çoktan geride bırakmış durumda. Cumhuriyet’in laik, halkçı, bağımsızlıkçı ve kurucu kodları; artık devletin merkezinde yer almayan, hatta hedef tahtasına konan birer “eski rejim kalıntısı” gibi muamele görüyor. Bu tasfiyenin baş aktörleri ise birbirine ideolojik olarak zıt gibi görünen ama pratikte aynı yıkım projesinin taşeronları olan bir ittifakın mensuplarıdır: Erdoğan – Bahçeli – Öcalan (EBÖ).

Bu yapı, bir yanda Amerka kontrollü siyasal İslamcı iktidar hevesini (Erdoğan), diğer yanda ABD güdümlü SVD’ci (Sahte-Vesayetçi-Devletçi) devlet mühendisliğini (Bahçeli), ve üçüncü olarak ABD’nin etno-separatist terör stratejisini (Öcalan) birleştiren post-modern bir gladyo koalisyonudur. Bu üç TC unsurunu birleştiren aralarındaki ideolojik farklılıklar değil, devleti Cumhuriyet dışı bir düzene çekme hedefi onları birleştirmektedir. Bu açıdan bakıldığında EBÖ, Türk milletinin iradesiyle kurulmuş olan Cumhuriyet rejimini, dışa bağımlı, etnik temelli, mezhepçi ve otoriter bir modelle değiştirme konusunda tarihsel bir mutabakatı temsil etmektedir.

Bugün yargıdan üniversiteye, belediyeden , TBMM’ne ordudan medyaya kadar tüm kurumlar, bu koalisyonun doğrudan ya da dolaylı kontrolü ve hegemonyası altındadır. Bu kontrol ve hegemonya, açık, zorla değil, daha tehlikelisi olan ideolojik uyuşma ve bilinçli kurumsal çözülme yoluyla sağlanmaktadır. “Milli güvenlik” adı altında yürütülen her operasyon, “yerli ve milli” masallarıyla ambalajlanmış her söylem, aslında Atatürk Cumhuriyeti’nin kademe kademe tasfiyesinden başka bir anlama gelmemektedir.

Bu süreçte toplumu pasifleştiren bir başka önemli mekanizma da “umut tüccarları”dır. Her seçim öncesi piyasaya sürülen “yeni liderler”, “sessiz çoğunluk”, “yerli sol”, “milliyetçi muhalefet” gibi “sarı markalar”, sistemin kendisini yeniden üretmesine hizmet eden kullan-at figüranlardır. Halkın öfkesini sandığa yönlendirip orada soğutan bu yapı, Cumhuriyet’i yalnızca bir “nostalji anlatısı”na indirgemekte, gerçek bir siyasal direnç inşasını ise bilinçli biçimde engellemektedir.

Birbirine Düşman Gibi Görünüp Aynı Devleti Yıkanlar

Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan… ( EBÖ ittifakı ) Üçü de siyasi kariyerlerini birbirine düşman cephelerde inşa etti. Erdoğan, “milli irade” söylemiyle İslamcı bir halk desteği örgütledi; Bahçeli, sözde “devlet aklının” kılıfı olarak milliyetçiliği enflasyonla birlikte eritti; Öcalan ise sözde “Marksist-Leninist” retorikten başlayıp etnikçiliğe ve sonrasında emperyal aparata evrilen bir çizginin mimarıydı. Ancak bugün bu üç figür, Cumhuriyet’in içini boşaltan aynı yapının farklı aparatları olarak organik bir ittifak içinde hareket etmektedir.

İlk bakışta birbirine benzemez gibi duran bu aktörler, aslında devleti Cumhuriyet dışı bir forma sokma hedefinde birleşmektedirler. Farklı yöntemler, farklı tabanlar ve farklı sloganlar eşliğinde yürütülen bu süreç, sonuçta aynı yere çıkmaktadır: Atatürk Cumhuriyeti’nin çökertilmesi, halk egemenliğinin yerini aparat egemenliğinin alması.

Erdoğan: Siyasal İslamcılığın Devletleşmiş Halidir

Erdoğan, AKP iktidarının ilk dönemlerinde sözde “reformcu”, “muhafazakâr demokrat” gibi sıfatlarla sunulsa da gerçekte hedefi belliydi: Laik Cumhuriyet’in temelini oluşturan kurumları, İslamcı kadrolarla işgal ederek uzun vadeli bir rejim dönüşümünü ve hegemonya gerçekleştirmek. Bu dönüşümde cemaatler, tarikatlar, dini STK’lar ve vakıflar “sivil toplum” değil, paralel iktidar aygıtları olarak kullanıldı.

Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye’de yürütme erki, hem anayasal sınırların hem de tarihsel-siyasal meşruiyetin dışına çıkarıldı. Bugün artık Cumhurbaşkanlığı sadece yürütmenin değil, yargı, yasama, medya, iş dünyası ve eğitim sisteminin de merkezi haline gelmiştir. Bu tipik Amerikancı bir plan üzerinde stratejik olarak “post-modern teokratik vesayet” rejimidir ( Büyük Ortadoğu Projesi-BOP) .

Bahçeli: ABD’ci -SVD’ci Devlet Mühendisliğinin Muhafızı

Bahçeli, 2000’ler sonrası Türk siyasetinde ilginç bir rol oynamıştır: İktidara doğrudan ortak olmadan, iktidarın derin aygıtları üzerindeki kontrolünü artırmak. Bahçeli’nin liderliğindeki MHP, bir siyasi partiden çok bir güvenlik bürokrasisi uzantısı gibi davranmakta; bu da onu sistem içinde güya “millet adına düzeni koruyan” bir figür gibi göstermektedir.

Ancak bu sahte milliyetçi zemin, ABD güdümlü SVD’ci (Sahte-Vesayetçi-Devletçi) mühendislik projelerine ( BOP’’a) arka kapıdan hizmet etmektedir. Bahçeli’nin sıklıkla “devlet bekası” söylemiyle meşrulaştırdığı her hamle, aslında Cumhuriyet’in kurumlarının yıkılmasına öncülük edip, bir yandan milliyetçilikle görünür hale getirirken öte yandan emperyal çıkarlarla entegre etmektedir.

Öcalan: Terörü Siyasallaştıran Emperyal Aygıt

Öcalan ise 1986’lardan itibaren silahlı çatışmayı politik taleplerle bütünleştiren bir strateji izlemiş; etnik ayrışmayı, küresel sistemin yeniden haritalama projeleriyle uyumlu hale getirmiştir. “Demokratik özerklik”, “Kürt sorunu çözüm süreci” gibi başlıklar altında pazarlanan her öneri, özünde ulus-devlet modelinin içini boşaltma girişimi olmuştur.

Bugün Öcalan çizgisi, bir yandan terörle baskı uygularken, diğer yandan seçim süreçlerinde iktidara destek vererek EBÖ koalisyonunun dolaylı ortağı haline gelmiştir. Öcalan’ın “stratejik sessizliği” ve devletle zaman zaman kurduğu müzakere kanalları, onun da bu yıkım ortaklığına aktif katılımının göstergesidir.

Sonuç: Farklı Kimlikler, Ortak Hedef – Cumhuriyet’in Tasfiyesi

EBÖ ittifakı, ideolojik farklılıklara rağmen devletin Cumhuriyetçi kimliğini ortadan kaldırmakta birleşmiştir. Siyasal İslamcılıkla, sahte milliyetçilikle ve etnik terörle kurulan bu üçlü yapı; Türkiye’yi emperyal ajandalara açık, kurumsuz, teslimiyetçi bir “yeni rejim”e doğru sürüklemektedir.

Birbirleriyle çatışıyor gibi gözüken bu figürlerin zamanla nasıl birbirini tamamlayan rollere büründüğü açıkça görülmektedir:
• Erdoğan: Kurumsal iktidar aygıtını dönüştürür
• Bahçeli: Güvenlik aparatı üzerinden rejimi tahkim eder
• Öcalan: Ayrıştırıcı taleplerle meşruiyeti çürütür

Ve sonuç: Atatürk Cumhuriyeti’nin anayasal, ideolojik ve kültürel tasfiyesi.

“Devlet Bekası” Maskesiyle Emperyal Vesayete Hizmet

Milliyetçilik, tarihsel olarak bir halkın egemenliğini savunma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasal tutumdur. Ancak Türkiye’de özellikle 2010 sonrası süreçte MHP milliyetçiliği, özünden koparılarak bir “devlet fetişizmi”ne ve daha da kötüsü, iktidar aparatlarının meşrulaştırıcısı haline getirilmiştir. Bu çarpıtmanın baş aktörü ise tartışmasız bir şekilde Devlet Bahçeli ve liderliğindeki MHP’dir.

Bahçeli’nin “devletin bekası” söylemi, ilk bakışta sağlam bir duruş gibi algılansa da bu söylemin arka planında ABD güdümlü SVD’ci devlet mühendisliği yer almaktadır. Yani halktan kopmuş, ulusal egemenliği değil sözde güvenlik aygıtını esas alan, vesayetçi ve dışa bağımlı bir iktidar mimarisinin taşeronluğunu yapmaktadır. Bu sahte milliyetçilik, Atatürk’ün “tam bağımsızlık” ilkesiyle değil, Pentagon’un stratejik hedefleriyle paralel ilerlemektedir.

Kurt Postuna Bürünmüş Bürokratik Muhafız

Bahçeli, uzun yıllar boyunca “sistemin dışındaki muhalefet” gibi konumlandı. Ancak 15 Temmuz sonrası süreçte, bu pozisyon aniden değişti: Devletin kritik bürokratik (eskiden NATO gençlik örgütlerinde yetişen birisi olarak) noktalarına AKP ile birlikte yön verme gücünü eline geçirdi. Özellikle yargı, emniyet ve MİT üzerindeki kadro yapılanmalarında MHP’ye yakın unsurların güçlenmesi, bu partiyi bir siyasi hareketten çok, devletin içindeki gladyocu “ideolojik” kadro organizasyonuna dönüştürdü.

Bu sözde “milliyetçilik” adına hareket eden yapı, taraftarlarını kandırarak hem Cumhuriyet değerlerini tasfiye eden bir iktidara ortaklık etmiş, hem de etno-separatist yapılarla dolaylı ve dolambaçlı işbirliklerine göz yummuştur. 2019 yerel seçimlerinde, Erdoğan-Öcalan hattında DEM ( PKK) tabanına yapılan “mesaj” gönderme operasyonları Bahçeli tarafından sessizlikle geçilmiş, böylece “milli refleks” miti tamamen çökmüştür.

Milliyetçiliğin Karikatürleşmesi ve Ülkücü Hareketin Bozgunu

Bir dönemin kendileri adına söyledikleri “devletçi”, “bağımsızlıkçı”, “anti-emperyalist” reflekslere sahip ülkücü hareket, bugün Bahçeli’nin liderliğinde açıkça İslamcı bir iktidarın yanında konumlanarak fiilen sistemin etno-mezhepçi restorasyonuna ortak edilmiştir. Bu tip “Türk milliyetçiliği”, sokakta gençleri döven bekçilerin, “reisçilik” üzerinden kurgulanan sadakat zincirlerinin, mafya ilişkilerinin ve ihaleci müteahhitlerin ideolojisine indirgenmiştir.

Siyasi olarak susturulmuş, fikri olarak yozlaştırılmış bir “ülkücülük” kalmıştır geriye: Yüksek yargıya adam yerleştirme, belediyelere kadro sokma, medya dizilerinde “bozkurt” kareleriyle halkı avutma. Bu durum, Atatürk’ün 1920’lerde tasfiye ettiği “eski düzen milliyetçiliğinin” bir hayaleti gibi dolaşmaktadır bugün Türkiye’nin siyasetinde.

Bahçeli Paradoksu: Kurt ile Kurdu Kucaklamak

Bahçeli, milliyetçilik adına hem terörle müzakere sürecine göz yummuş, hem de Cumhuriyet rejiminin altını oyan siyasal İslamcı aktörle yıllardır stratejik ortaklık kurmuştur. Yani hem kurtu (ülkücü sembolizmi) hem de kurdu (rejimi kemiren İslamcı-otoriter yapılar) aynı anda kutsamaktadır.

Bu, tarihsel bir paradokstur ve MHP’nin bugünkü haliyle Türk milliyetçiliğinin meşru temsilcisi değil, o ideolojinin iktidar için içi boşaltılmış bir versiyonu olduğunu göstermektedir.

Sonuç: Cumhuriyetçi Milliyetçilik İle Bahçelizm Arasında Derin Fay Hattı

Gerçek milliyetçilik; bağımsızlık, halk egemenliği, laiklik ve kurucu felsefenin savunulmasıdır. Bu bağlamda Bahçeli çizgisi, Türk milliyetçiliğinin değil; Amerikancı bir “devlet müteahhitliğinin” ideolojik taşeronu haline gelmiştir. Bu sözğn tam anlamıyla gizli mandacıdır ( gladyoculıktır) . Atatürk’ün “tam bağımsızlık” anlayışıyla Bahçeli’nin “devletin bekası” retoriği arasında dağlar kadar fark vardır: Biri halk için devleti kurar, diğeri halktan kopmuş devleti birilerine kiraya verir.

Bölücü Teoriden Meşruiyet Mühendisliğine

Terörist Abdullah Öcalan’ın liderliğindeki terör örgütü PKK, yalnızca silahlı bir terör örgütü değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını hedef alan ABD yapımı bir ideolojik mühendislik projesidir. Bu yapı, Soğuk Savaş sonrası dönemde sözde “klasik Marksist “ söylemden post-modern etnikçi kimlik........

© Turkish Forum